Sayfalar

PUSULA-2023

24 Ağustos 2010 Salı

DİYARBAKIRDA KURULAN DEMOKRATİK TOPLUM KONGRESİ ADLI SÖZDE KÜRT PARLEMENTOSUNDA ALINAN SON KARAR


DTK’da alınan kararları açıkladı

Ahmet Türk’ten DTK sonrası açıklamalarda bulundu

Türk: Özerk Kürdistan çözüm önerisi daimi meclisimiz tarafından esas alınmaktadır. Birlikte yaşama projesidir bu

Demokratik Toplum Kongresi Daimi Meclisi’nin toplantısında alınan kararlar DTK Eşbaşkanı Ahmet Türk tarafından açıklandı.

Askeri ve siyasi operasyonlara fiili olarak durdurulması çağrısını yapan Ahmet Türk, özerklik konusunda 'Özerk Kürdistan çözüm önerisi daimi meclisimiz tarafından esas alınmaktadır. Birlikte yaşama projesidir bu. Demokratik özerklik projesi ile ilgili bir çalıştay düzenlenecek ve sonuçlar kamuoyu ile paylaşılacaktır' sözlerini sarf etti.

İşte Ahmet Türk'ün o açıklamaları:

PKK’nın eylemsizlik kararının toplumsal barışa tarihi bir fırsat sunduğu inancındayız. Bundan sonra biz taleplerimizi hükümete iletmek zorundayız. Bir kez daha askeri ve siyasi operasyonları fiili olarak durdurmaya çağırıyoruz.

Kardeş kanının dökülmemesi için Türkiye ve Kürt halkını savaşa karşı çıkmaya çağırıyoruz. Müzakere sürecinin başlaması için güven verici adımlar atılmak zorundadır.

Yeni bir demokratik anayasanın hazırlanması, haksız şekilde tutuklu bulunan barış grubu üyeleri ve Kürt siyasetçilerin bırakılması, yüzde 10 barajının kaldırılması gündemleri temel gündemler olacaktır.

"ESAS OLAN ÖZERKLİK"

Özerk Kürdistan çözüm önerisi daimi meclisimiz tarafından esas alınmaktadır. Birlikte yaşama projesidir bu. Demokratik özerklik projesi ile ilgili bir çalıştay düzenlenecek ve sonuçlar kamuoyu ile paylaşılacaktır.

Demokratik Toplum Kongresi (DTK), hükümet, Öcalan ve PKK başta olmak üzere çözüme katkıda bulunacak herkesle görüşmeyi amaçlamaktadır. DTK, Kürt ulusal birliğine yönelik tüm çalışmaları esas alacaktır.

18 Ağustos 2010 Çarşamba

TERÖRLE MÜCADELE DEĞİL TERÖRLE MÜZAKERE DÖNEMİNİN BAŞLANGICI KİRLİ PAZARLIK VE TEZGAHTAKİ ÜLKE TÜRKİYE


Devletle anlaştık ateşkes yaptık

Karayılan: Devletle anlaştık ateşkes yaptık

Karayılan, “tek taraflı ateşkes” kararının Devlet ile Öcalan arasında sağlanan temaslar sonucu alındı

Terör örgütü PKK’nın liderlerinden Murat Karayılan, “tek taraflı ateşkes” kararının Devlet ile Öcalan arasında sağlanan temaslar sonucu alındığını ileri sürdü. Karayılan, “Talep üzerine önderliğimiz yeniden devreye girip hareketimize mesaj gönderdi” dedi

Öcalan’la sağlanan temaslar

Fırat Haber Ajansı’na örgütün 13 Ağustos’ta ilan ettiği ‘eylemsizlik’ kararını değerlendiren Karayılan, ateşkesin devlet içerisinden bazı yetkililerin terörist Abdullah Öcalan’la sağlanan temasların ardından geliştiğini ileri sürdü. Karayılan, iddiasını şöyle gerekçelendirdi: “Artık açıklanmasında bir sakınca görmediğimiz diğer önemli bir gelişme de devletin, önderliğimizle geliştirdiği diyalog temelinde ateşkes talebinde bulunmasıdır. Aslında önderliğimiz aradan çekilmişti ancak, talep üzerine yeniden devreye girerek, çağrıları ve devletten doğru gelen istemi de dikkate alarak, bir kez daha barışa şans tanınması için hareketimize bir mesaj gönderdi.”

Milliyet-18.08.2010

Abdullah Gül`den terör konusunda önemli açıklamalar:"Devlet terörü bitirmek için her yolu dener"

Azerbaycan’a giden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, uçakta önemli mesajlar verdi.

Cumhurbaşkanı Gül, terörle mücadele konusundaki bir soruya "Devlet terörü bitirmek için her yolu dener" diye yanıt verdi.

Gül, “Devlet terörle masaya oturmaz, pazarlık yapmaz ama kurumları vardır" dedi.

16.08.2010 Basından

FATİH'İN PONTUS RUM DEVLETİNİ ORTADAN KALDIRDIĞI 15 AĞUSTOS 1461'İN TARİHİ YIL DÖNÜMÜNDE SÜMELA MANASTIRININ İBADETE AÇILMASI AKP NİN YAYIN ORGANINDA ÇALIŞAN YAZAR M.ALİ BULUT'U BİLE ÇİLEDEN ÇIKARDI


Sümela ayininin 15 Ağustos 'hikmet'i

Trabzon, Osmanlı’nın en zor aldığı kalelerden biridir. Esasında, Bizans düştükten sonra bile, Trabzon’un orada fitne yuvası olarak kalmaya devam etmesi, Fatih’i çok sinirlendiriyordu.


Trabzon tekfuru da bunun farkında idi ve kendisini sağlama almak için bölgeye daha önceden gelip Hıristiyan olarak yerleşmiş Kuman Türkleri (Gürcüler), hala eski dinlerini muhafaza eden bazı Türk boyları ve özellikle Akkoyunlu Uzun Hasan ile ‘stratejik ortaklık’lar kurmuştu. Tekfurun elde edemediği bir tek Çepniler ve bir kısım Türkmenlerdi.

Fatih, Trabzon alınmadan, Anadolu’daki Türk birliğinin gerçekleşmeyeceğini biliyordu. O yüzden de bu mesele, içinde saklı bir dert gibi duruyordu. Bir gün, Rumeli Beylerbeyi Mahmut Paşayı çağırıp şöyle demişti:

“Mahmud birkaç niyyetüm var. Umarım ki Hak Teala ben zayıfa kuvvet verip, anı nasip ede. Evvel biri, şol İsfendiyar vilayetidir ki, Kastamonu, Sinop ve Koyulhisar’dır. Benim huzurumu bunlar giderir. Ve biri şol Trabzon’u bir cünüb kafir yiyip yürür. El-hasıl bunlar benim maksudumdur. Gece ve gündüz hayalimden gitmez” (Trabzon’un Fethi, Doç. Dr. Kenan İnan, Sosyal Bilimler Enst. Dergisi, 14. sayı, s71-84)

Biz bugün maalesef Fatih gibi himmeti yüksek insanları anlayamıyoruz. Onların bize emanet ettikleri şu toprakların ne zahmet ve sıkıntılarla alınıp bize bırakıldığının kıymetini bilmiyoruz. O yüzden de bu topraklara nasıl sahip çıkmamız gerektiğini de kestiremiyoruz.

* * *

Fatih’in, Trabzon’u nasıl aldığının uzun ve güzel bir anlatımı yukarıda kaynak olarak verdiğim dergide mevcut… O satırları okurken, Fatih’in ordusunda onunla birlikte Trabzon’a doğru yol alırken meydana gelen ve o gün çoğu tesadüfmüş gibi görünen hadiselerin perde arkasına bugün uzaktan baktığınızda ne büyük entrika ve fitnelerin döndüğünü de görüyorsunuz.

Düşünebiliyor musunuz, Uzun Hasan, kız kardeşini aldığı tekfuru korumak için, annesini Fatih’e ricacı gönderiyor. Bu kefere takımının maksadına ulaşmak için kimleri nasıl kullanabileceğinin en güzel örneklerinden birdir o.

Fatih’in o kadıncağıza “ana” diye hitap ettiğini biliyorlar ya maksatlarını elde etmek için onu dahi siyaseten kullanıyorlar. Biliyorlar Fatih o kadıncağızı kırmaz. O da saf saf gelip bin bir zahmetle, ordunun o sıkıntılı ve meşakkatli yürüyüşü boyunca Sultan Fatih’e eşlik ediyor.

Fatih ‘ana’ya müşfik davranıyor. O da bunun farkında. İstanbul’un fethi sırasında ‘Gavurcuklarımı koru Allahım!” diye dua eden Cibalili Ali gibi o kadıncağız da Trabzonlu gavurcuklarını korumak için Fatih’e “Hay oğul! Bir Durabuzun cün bunca bunca zahmatlar çekmek nedür?” der ve güya Fatih’e ‘çektiğin zahmetlere değmez bu şehir’ demek ister. Maksat ise, Trabzon’un, Fatih’in ‘cenabet’ dediği tekfurun elinde kalmasını sağlamak!

Nihayet şehir sarılmaya başlayınca, kadın bu kere de:

“Bu (Trabzon), benim gelinime teallüktür. (Yani Akkoyunlu emanitidir.) Bunu bana bağışla oğul” der.



Fatih ona şu cevabı verir:

“Ana bu zahmatlar Durabuzun çün değildür. Bu zahmatlar Din-i İslam yolundadır kim, ahrette Allah hazretine varıcak hacil olmayayuz (utanmayalım) diyedür. Zira kim elimizde İslam kılıcı vardır. Ve eğer biz, zahmatı ihtiyar etmesevüz (bu zahmetlere bugün katlanmazsak) bize gazi demek yalan olur.” (Aşıkpaşazade Tarihi, s. 208)

İşte Trabzon’un fethi, böyle bir ali himmet bir yüreğin armağanıdır bu millete. Biz onların hatırasına bile saygı göstermekten aciz hale gelmişiz. Basiretten yoksun, ferasetten bî haber, tarih bilincinden mahrum siyasetlerle ülkeyi bilinçsizce eski sahiplerine (!) peşkeş çekiyoruz.

Fatih’in Allah huzurunda utançlı hale düşmemek için sarf ettiği gayretin zerresi bizde olsaydı, Trabzon’daki o ayine müsaade edilmez, edilse de Fatih’in onu alıp İslam’a armağan ettiği güne denk getirilmezdi. Bir gün- Allah korusun- bu toprakları -tıpkı Endülüs gibi- terk etmeye mecbur kalırsak son Endülüs prensi Abudullah-ı Sağir gibi ağlamaya bile yüzümüz olmayacak!

* * *

Temmuz başında Mardin’e gitmiştim. Orada da tıpkı Trabzon’da olduğu gibi birtakım hain planların işlemekte olduğunu ve hükümetten birilerinin bu işleri yapanlara kol kanat gerdiğini söylemişlerdi.

Yörenin ‘Müslüman’ halkı bölgede çok tehlikeli bir oyun oynandığını, geçmişte şu veya bu şekilde bölgeyi terk etmiş Hıristiyan nüfusun yeniden bölgeye getirilip iskân edildiğini söylediler. Son on yıl içinde büyük bir gayretle yeniden ihya edilmiş mekânları gezdik. Ne hikmettir ki bu mekânlar içinde bir Müslüman mahallesine rastlayamadım. Hatta bölge halkının en büyük derdi, artık Sünni kesimin derdini anlatabilecek bir makam bulamamasıydı.

Cemaatsizlikten dolayı yıkılıp gitmiş Hıristiyan mabetleri yeniden ihya edilirken İslam mabetlerine biraz saygı bile çok görülüyor. Güya Bianel etkinlikleri çerçevesinde, Mardin’in en önemli İslam eserlerinden Kasımiye Medresesi’nin avlusundaki havuzda, naylon poşetler giydirilmiş üryan hatunlara su balesi yaptırıyorlar. Başka yer mi yoktu su dansı yaptıracak da bir zamanlar ders tedris edilip temiz nasiyelerin secdeye vardığı o güzel mekân seçiliyor böylesi modern (!) bir etkinlik için?

Ben baştan anlatılanların haset ve abartı olduğunu sandım. Beni Midyat’ta yeni yapılanmaların olduğu yerlerde gezdirdiler… Yüzlerce şato gibi, üç beş katlı kâşaneler, saraylar yapılmış. Geçenlerde de okumuşsunuzdur 320 aile daha getirilip oralara yerleştirildi.

Ne var bunda diyemezsiniz. Bunlar, Fethiye’de, Kalkan’da, Kaş’ta Avrupalıların gelip dinlenmek için mülk almalarına benzemez. Bunlar yanlış işlerdir. Memleketin geleceğin ipotek altına almaktır. Bugün zararsız gibi görünebilirler. Unutmamak lazım ki sonradan Osmanlı’nın başını yiyecek olan Kapitülasyonlar da, başlangıçta, Kanuni’nin basit bir lütfünden ibaretti Fransızlara.

Barışçı politikalar takip etmek başka bir şeydir, toprağınızda gözü olduğunu saklamayan bir kısım dessas fikirlilere karşı basiretsiz bir tolerans(!) sergilemek başka bir şeydir.

Bediuzzaman dahi şu meseleye ciddiyetle parmak basmış, ta geçen asrın başında Hıristiyanların sinsi politikalarına karşı uyanık olunmasını tavsiye etmiştir. Garp düşmanlığının devam etmesi gerektiğini, halkın kalbinde mevcut Hıristiyanlık aleyhtarlığının muhafaza edilmesi icap ettiğini söylemiş, aksi takdirde olayların Müslümanlar aleyhine gelişeceğine işaret etmiştir. Sunuhat adlı eserinde (mealen) şöyle der:

“Evet, her bir Hıristiyan başını kaldırıp, ardışık ve iç içe geçmiş maksatlarından (Demre’de ve Sumela’da ayin yapmanın pratikte ne faydası var. Hem de Trabzon’un Müslümanların eline geçtiği 15 Ağustos günü..) herhangi birine el atsa, arkasına bakar ve görür ki, sırtını dayayabileceği büyük bir istinat noktası var.

Böylece en ağır ve en büyük işlere karşı bile, mücadele etmek için kendinde kuvvet ve cesaret bulur. (öyle olmasa Fener Rum Patriği gibi Türkiye’nin basit bir memuru devlete meydan okurcasına şu işlere kalkışabilir mi? Bizimkilerin saflığı da adama ayrıca bir ikram oluyor.)

İşte o istinat noktası Hıristiyan Avrupa’dır… Yani tamamen siyasi ve dini maksatlar çerçevesinde hareket eden, nerede olursa olsun dindaşlarına hep yardım eden ve onların imdadına yetişen, buna karşılık Müslümanların en can alacı damarlarını kesmeye her daim hazır, dessâs, hileci, medenî engizisyon taassubuyla ve materyalist dinsizlik ile yoğrulmuş; medeniyetinin galibiyetiyle de mest olmuş silahlı bir kütlenin kışlası veya büyük bir kilisesi olan Avrupa… Bugünkü deyimiyle Avrupa Birliği…

Görülmüyor mu ki, en hürriyetperver maskesini takan İngiliz, elini uzatıp arıyor, nerede Hıristiyan bulsa hayat veriyor. İşte Habeş, Sudan, işte Tayyâr Artuşi, işte Lübnan, Huran, işte Mal Sur ve Arnavut, işte Kürd ve Ermeni, Türk ve Rum ila âhir…. (Sünuhat, 57-60)

Bediuzzaman ikaz etmekle de kalmaz. Müslümanları benzer bir istinat noktası bulmaya çağırıyor ve o istinat noktasının İslam Kardeşliği olduğunu hatırlatır. İslam üzerinde birlik ve dayanışmaya çağırır. Çünkü o biliyordu ki, Hıristiyan siyasetçiler, asla maksatlarından –yani Anadolu’yu Türklerden temizleyip yeniden Hıristiyan yurdu yapmak emelinden- vazgeçmeyecekler.

Nitekim vazgeçmiyorlar. Bu toprakları İslamsızlaştırmak için her yolu deniyorlar. Bizi kahreden ise Türk devlet ricalinin bilerek/bilmeyerek onlara destek olmasıdır. Önce ulusalcılar ve Ergenekoncular onlarla işbirliği yapıyorlardı şimdi yazık ki dindarlar yapıyor. İçinde iman taşımayan ulusalcılık gibi, içinde hubb-u vatan barındırmayan dindarlık(!) dahi sadra şifa olmuyor!

Elbette barışçı politikalar takip etmeliyiz, edeceğiz. Bu hükümetin o tür politikalarına da o yüzden destek verdik, veriyoruz. Ama komşularımızla iyi geçineceğiz diye onları mahremimize ortak edecek de değiliz. Gizli niyet ve ajandalarını açıkça sergilemekten çekinmeyenlere gösterilen tolerans, artık tolerans olmaktan çıkmış, bir zaaf olmaya başlamıştır.

Ben, 15 Ağustos’un her yıl tekrarlanacak bir ayin için belirlenmesinin maksatlı olduğuna inanıyorum. Bu bir sehiv olamaz. Bunu talep edenin maksadı belli ama ona izin veren de hain değilse gafildir! Bu, “Efendim biz imanımıza dinimize güveniyoruz” diye izah edilebilecek bir durum da değildir. Fatih, dinine imanına güvenmiyor muydu? Bu nasıl iman ve güven ki, sizi basiretsiz davranmaktan kurtaramıyor!

Bu işlerin, başımıza neler açabileceğini düşünemiyorlar mı? En basit tarihi tecrübesi olanlar dahi biliyor da bu günü böyle bir işe tahsis eden Kültür Bakanlığı elemanları mı bilmiyor? Bilmemek dahi, böyle bir işteki devlet görevlisi için özrü kabahatinden büyük bir ayıp olur… Hadi Kültür Bakanı’nın meşrebi buna müsaade ediyor diyelim, Dışişleri neden buna izin veriyor?

Hadi diyelim bu kadar eski tarihleri hatırlamadınız, burnumuzun dibindeki İsraili’i de mi bilmiyorsunuz. O fitne devleti, eski yurtlarındaki toprakları gelip satın almış derin maksatlı Siyonistlerin eseridir.

Şimdi Anadolu’da aynısı yapılıyor. Birçok yerde eski harap kiliseler ihya ediliyor. Sonra taşıma cemaat getiriliyor ve ardından hak talepleri… Yarın da “buralar zaten bizimdi” diyecekler.

Bu faaliyetlerin, din özgürlüğü gibi ulvi bir niyetin çok ötesinde işler olduğunu nasıl göremezsiniz. O ihya edilen kiliselerin kiminin şimdilik cemaati bile yok çünkü. Ama bu devlet kafası ile yakında oralara cemaat de ithal ederler…

Ey memleketi idare edenler, bu işlere ‘masum faaliyetler’ diye bakamazsınız! Bakarsanız, Fatih’in ve Yavuz’un lanetine uğrarsınız.

AB projeleri çerçevesinde Balat, zaten havluyu atmış durumda. Midyat, Mardin öyle... Şimdi sırada Antakya havalisi ve Trabzon var. Sonra arkasından Van gelecek.

“Dedelerimizin kanla aldığı yerleri parayla satıyorsunuz” diyemem ama üç beş Avrupalı size aferin diyecek diye bu toprakları eski sahiplerine peşkeş İslam’ın izzetini ayaklar altına almış olursunuz. Ergenekoncu taifesine karşı elinizi güçlendirmek için bile yapsanız, bu millet sizi affetmez!

* * *

Kim onlara “15 Ağustos”ta Sümela manastırında ayin yapma izni verdiyse ahmaktır! Eğer bu işte, sevdiğim ve başarılı bulduğum Ahmet Davutoğlu’nun da izni varsa bilsin ki ayağına balta vurmuştur.

Fener Rum Patrikhanesinin, ekümeniklik peşinde koştuğunu en iyi o biliyor. Birilerinin Pontus Rum krallığını ihya etme düşleri gördüğünü en iyi o biliyor. Dışişleri, nasıl Kültür Bakanlığı’nın orayı kötü niyetli olduğu artık aşikâr olmuş bir kısım papazın himmetine bırakmasına müsaade eder? Trabzon’un fetih günü olan 15 Ağustos’tan başka gün mü yoktu? Ayin için Sümela’dan başka yer mi kalmadı?

Bu mu vizyon? Bu mu tarih bilinci? Eğer her meselede böyle iseniz vah memleketin haline?

Bir Kültür Bakanı 15 Ağustos’un Trabzon’un fetih tarihi olduğunu bilmiyorsa yazıklar olsun. Dışişleri onu ikaz etmiyorsa ona da yazıklar olsun! Biliyorlar da ona rağmen o tarihi günde ayin yapmalarına fırsat veriyorlarsa bunun adını siz koyun …

Biz, insafsız bir rejimden ve yerli cuntacılardan kurtulacağız diye her işinize bir hikmet uydurmaya çalışırken, siz bizi engerek yılanlarının insafına havale ediyorsunuz!

Fatih, Ayasofya ile ilgili bıraktığı vakıfnamesine boşuna mı o ‘lanet’ cümlelerini yazdırdı sanıyorsunuz? Hayır hayır.

O biliyordu bir gün Ayasofya’nın ibadetsiz bırakılacağını ve bu yurtları eski sahiplerine peşkeş çekecek birilerinin çıkabileceğini.,.

Biraz basiret yahu!

M. Ali Bulut - Haber 7-17.08.2010

16 Ağustos 2010 Pazartesi

TÜRK İSTİKLAL MARŞI AYAKTA DİNLENİR!!!

İHANETİN ÖTEKİ YÜZÜ YIKIK KİLİSELERİN İNŞASI


Van Akdamar kilisesi T.C. Kültür bakanlığının üç trilyon ytl tutan restorasyonu ile hizmete açılacak!!!

Erivandaki sözde soykırım anıtında Türk tarihine, Türk Bayrağına 365 gün altı saat hakaret etmeye devam edilirken, Dünya kamuoyunda milyonlarca yalan sahte belge ile Milletimizi katil, Kanlı katil olan kendilerini mazlum gösterenlere AKP nin yaranma hareketleri neticesiz kalacak, AKP bu sevgisinin hesabını sandıklarda çıkan oylarla ağır ödeyecektir.

AKP’nin diktiği haç sonsuza kadar kalacak!

İngiliz Reuters ajansı, Van Akdamar’daki Ermeni kilisesine 19 Eylül’deki ayinle takılacak haçın bir daha inmeyeceğini duyurdu.


Akdamar’dan haç inmeyecek

Akdamar kilisesinde düzenlenecek ayinden dolayı otellerde boş yer kalmadı.

İngiliz Reuters ajansı, AKP iktidarının, Türkiye’ye “soykırımcı” diyen ve bunu dünyanın dört bir yanında her fırsatta dile getiren Ermenistan’ı memnun edebilmek için devletin kasasından 3 trilyon lira (yeni parayla 3 milyon TL) harcayarak hizmete açtığı Van’daki Akdamar Kilisesi’nde 19 Eylül’de düzenlenecek olan ayini “Türkiye’nin barış jesti” olarak nitelendirdi.


 
Milliyet gazetesinde yer alan habere göre, ajans, konuyla ilgili haberde, “Kilisenin huzur dolu manzarasının altında, Ermenistan ve Türkiye’nin peşini bugün bile bırakmayan travmatik bir geçmiş yatıyor. Dünya çapındaki Ermeniler, Doğu Anadolu’daki bu kiliseyi, yüzyıllar süren zulmün, tehcirin ve toplu katliamların tanığı olarak görüyor” diye yazdı.

Reuter’in haberinde şöyle devam edildi:

‘Ermenilere hazırlar’

“Akdamar Kilisesi, hükümetin 1.5 milyon dolarlık onarım çalışmasının ardından 2007’de müze olarak yeniden açıldı. Ancak kilise yetkililerinin ricalarına rağmen kiliseye haç takılmasına izin verilmemişti.

Van Valisi Münir Karaoğlu, ayinden önce kilisenin kubbesine haç takılacağını ve haçın orada kalacağını söyledi. ”



ECDADA İHANET!

AKP’nin son açılımı: Ayin izni çıkan yerlere haç dikilecek

Erdoğan patrikhaneye çalışıyor

PATRİKHANE için “Beni rahatsız etmiyor” diyen ve bu konuda Atatürk’ü değil Fatih’i referans alan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın AKP’si ’haç’lı açılıma hız verdi. Akdamar ve Sümela’ya verilen ayin iznini, ‘haç dikme’ izni izledi. Erdoğan’ın Ruhban Okulu için çabası ve Yunanistan ziyaretinde yabancı uyruklu metropolitlere TC vatandaşlığı yolunu açması, tavizlerin Ayasofya’ya kadar uzanacağı endişelerini artırdı.

Çakma Amerikalı Yunan patrik!

AKP’nin peş peşe verdiği tavizler ve meydana çıkabilecek sonuçlarla ilgili tepkiler çığ gibi büyüyor. Siyasiler ve ilahiyatçılar gelişmelere tepki gösterirken, yazar Aytunç Altındal, AKP’nin aldığı son kararın olası sonuçlarına dikkat çekti: Sen Sinod Meclisi üyesi olacak bu metropolitler patriği seçecek. ABD vatandaşı yapılan Yunan papaz yeni patrik olabilir. Dini mahkeme yetkisi de var. Türkiye’nin başı ağrıyacak.

Sırada Ayasofya mı var!

Anadolu’daki kiliselere oluk oluk para akıtan AKP, ayine açtığı Akdamar Kilisesi’ne şimdi de haç takılması için izin verdi. AKP’nin art arda verdiği tavizler, ‘Sırada Ayasofya var!’ yorumlarını da beraberinde getirdi

Van’daki Akdamar Kilisesi ve Trabzon’daki Sümela Manastırı ayinlere açıldı. Ruhban Okulu ve Ekümenik çalışmalarına hız verildi, metropolitlere Türk vatandaşlığı izni çıktı, Vakıflar Yasası ile azınlık vakıflarına kolaylıklar tanındı. Anadolu’daki kiliselere oluk oluk para akıtan AKP iktidarı, şimdi de 3 milyon liraya restore edip ayine açtığı Van’daki Akdamar Kilisesi’ne haç takılması için izin verdi. AKP hükümetinin bütün bu tavizleri akıllara “Sıra Ayasofya’da mı?” sorusunu getiriyor. Siyasiler ve ilahiyatçılar, Ayasofya için de ayin talebi geleceğini ve AKP hükümetinin bu konuda da taviz verebileceğini belirtiyor.

Eylül’de kiliseye asılacak

Van’da bulunan ve Ermeni dünyasında tarihî öneme sahip olan Akdamar (Aghtamar) Kilisesi’ne haç asılması için nihayet izin çıktı. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Akdamar’daki Surp Haç Kilisesi’ne haç asılması için Van Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’ndan karar çıktığını söyledi. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, haberin çok yeni olduğunu ve bu nedenle heüz kamuoyu ile paylaşmaya fırsat bulamadıklarını ifade ederek şöyle konuştu: “Kurul kararı çıktı. Çok yeni bir haber. Hatta Van Valisi Münir Karaloğlu kararı kamuoyuna duyurmamı rica etti ama ben bu arada Yunanistan’a gittim.Yunan basınına söyledim. Haçın şekliyle ilgili bilimsel inceleme yapıldıktan sonra Eylül ayında yapılacak âyin öncesinde kiliseye asılacak.”



Ermeniler sevindi

Karara sevinen Türkiye Ermenileri Ruhanî Meclis Başkanı Başpiskopos Aram Ateşyan, konuya ilişkin kendilerine herhangi bir bilgi gelmediğini belirterek şöyle dedi: “Maalesef merkez ve muhatap patrikhane olduğu halde, kilisenin âyine açıldığını bildiren bakanlık yazısı elimize gelmedi. Tabii ki kilisenin âyine açılması gibi haç konulması da bizi sevindirir. En azından o yörede adı müze de olsa bizim için kilise olan ibadethanenin tepesinde haç olmuş olur.”

Ermeniler Türk bayrağını yaktı

Ermenistan’ın başkenti Erivan’da sözde “Ermeni soykırımı”nı anmak amacıyla tören düzenlendi. Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan ve çok sayıda bakan ile milletvekilinin katıldığı törende, Erivan’daki sözde “Soykırım Anıtı” ziyaret edildi.

24 Nisan sözde soykırım gününü anmak üzere Ermenistan’ın başkenti Erivan’da düzenlenen törenler, milliyetçi Ermenilerin Türkiye aleyhindeki gösterilerine sahne oldu. Göstericiler, Türk bayrağını yaktı; binlerce Ermeni “soykırım anıtı”na koştu.

Türkiye aleyhtarı gösterilerin başını çeken bir Taşnaksütyun üyesi, Erivan ile Ankara arasındaki yakınlaşmayı protesto etmek için bayrak yaktıklarını söyledi.

TÜRK BAYRAĞINI BÖYLE YAKTILAR

Sarkisyan, sınır kapısı açılmazsa Türkiye’ye gitmem

MUŞ’TA ERMENİ ZULMÜ

Muş ahalisinden Mehmet Resul’un yeminli ifadesi:

Ben asker olarak harpte bulunuyordum. Aldığım yaradan ötürü Bitlis’e doğru çekilen birliği takip edemediğim gibi, yaralı ve sakat üç erle birlikte geri kaldık. Az sonra Rus kazaklarının öncüleri olan Ermeniler yanımıza geldiler. Arkadaşlarımızdan Harputlu Hüseyin adındaki erin gözlerini çıkararak, “Kalk bak, Türk askeri geliyor mu?” dediler. Sonra zavallıyı kurşunlayarak şehid ettiler.

Diğer erin sağ yanından derisinin bir kısmını yüzerek çanta şekline koydular. Bu Zavallıya da, “Elini sok, bu çantada padişahınızın parası var mı?” diye işkenceye başladılar, sonra şehid ettiler.

Üçüncü arkadaşımızı yere yatırıp tenâsül aletini kestiler; sonra ağzına koyarak, “Bu boruyu çal, size Osmanlı askerinden yardıma gelsin!” yollu hakaretlerden sonra, onu da şehid ettiler. Artık sıra bana gelmişti. Bu alçaklıkları yapanlar bana yabancı gelmiyorlardı. Yüzlerine baktım, içlerinden üçünü tanıdım. Bunlardan birisi Muş Ermenilerinden ve Çıkar mahallesinden Keşiş oğlu Aram. İkincisi yine Muş’un Yaş mahallesinden Bağdasar Körük oğlu Alkesam, üçüncüsü yine ayni mahalleden Avukat Herant Efendi oğlu Herant idi.

Bunlar beni bir dereye götürdüler. Yaktıkları ateşte tüfeklerini, şişlerini güzelce kızdırdıktan sonra yirmi dört yerimden dağladılar. Yalvarmalarıma, bağırıp çağırmalarıma, sızlanmalarıma asla kulak vermiyorlardı. O sırada birkaç Rus askeri yetişti. Bunlardan birisi beni ölümden kurtardı. Bu asker gizlice kulağıma Rusya’daki müslümanlardan olduğunu söyledi.

Artık Rus, Kazak ve Ermeni çeteleriyle birlikte Bitlis’e doğru yola çıktık. Yolda kaçak kafilelerine, ordunun arkasından göçen zavallılara rastladık. Ermeniler, bu müafaasız kadın ve çocuklarla, zavallı ihtiyarlara şiddetle saldırıyor, yürekler parçalayıcı, insanlık dışı vahşilikle zavallıları katlediyorlardı. İçlerinden Muş’un Ziyaret köyü ahallisinden olduğunu tanıdığım bir Ermeni ile altı arkadaşı, altı müslüman kızını getirdiler. Bunları rükû’a varacak şekilde çırılçıplak durdurdular, sonra iffetlerini kirletmeye başladılar. Bir taraftan bu çirkin ve insanlık dışı işi yapıyorlar, bir taraftan da, “Bundan sonra müslümanlara böyle namaz kıldıracağız!” diyorlardı.

Biz ordan ayrıldık, Tel köyüne vardık. Orada üç gün kaldık. Bu üç günde evvelce beni kurtarmış Tatar Abdulmelik ekmek verdi. Üçüncü gün, artık yardım edemiyeceğini, zira bir müslüman himaye ettiği anlaşılırsa şiddetli ceza göreceğini söyledi. Bu sebeple başımın çaresine bakmam lâzım geldiğini anlattı.

Gecenin karanlığından faydalanarak oradan kaçtım. Şafak sökerken Kızanan köyünün karşısındaki tepeye yetiştim. Köyden feryad ve figanlar işitiliyordu. Ermeni çeteleri bir taraftan köyü ateşe vermişler, diğer taraftan katliâma girişmişlerdi. Oradan da kaçtım. Birçok tehlikeler atlattıktan sonra muhacirlerle birlikte geri çekildik. (8)

VAN’DA ERMENİ ZULMÜ

Van jandarma alay komutanının Raporu:

Çarıksır köyünde bir çocuğun kuzu gibi kızartılarak bir süngü üzerinde direğe iliştirildiğini birçokları yeminle söylemişler cesedin kalıntılarını göstermişlerdir. Ahorik ve Avzerik köyleri arasında elleri bağlı ve karınlarına sokulmuş tenasül aletleri kesilerek ağızlarına sokulmuş dört Türkün cesedi bulunmuştur.

Kavlık Köyünde 7 yaşındaki Fatma ve 5 yaşındaki Gülnar adlarında iki kız çocuğunun iki taraftan kirletilmiş oldukları, ve bu bu kötü hareketin sonucu her ikisinin de sakat kaldıkları görülmüştür. Bugün bu zavallılar Ermeni mezaliminin canlı bir timsali olarak yaşamaktadır. Yine bu köyde 70 yaşından fazla Ali adında bir ihtiyarın, çene kemiklerini süngülerle kırarak, kesip ağzına koymuşlardır. Bunu Van’ı geri alan Türk ordusunun ileri gelen subayları gözleriyle görmüşlerdir.

Ahtoci Köyünde Kemo adındaki şahsın Zeliha isimli eşi tandır başında ekmek pişirirken, Ermeniler Zeliha’nın altı aylık çocuğunu ateşe atarak pişirmişler, zorla annesine yedirmek istemişler; zavallı annenin reddetmesi üzerine, kadının bir bacağını ateşe sokarak yakmışlardır. Bu gün bu zavallı kadın yaşıyor. Gördüğü bu korkunç zulmü anlatırken yürekler tırmalayıcı feryat ediyor. Bu zavallı kadının hikâye ve feryadına katılmamak için taş veya demirden yürek gerekiyor.

Yine bu köyde Ermeniler birçok Türk çocuğunu tezek yığınları arasına koyduktan sonra tezekleri ateşlemişler; bu zavallı masum yavruları diri diri yakmışlardır ki, durum yerinde yapılan inceleme sonucu kalıntılardan anlaşılmıştır. (9)

ESMA NİNE ANLATIYOR

Molla Kasım köyünden 95 yaşındaki Esma Hanım yaşadığı faciayı hafızasında kalan kırıntılarla şöyle anlatıyor:

Ermeniler, Molla Kasım köyünü yerle bir ettikten sonra Zeve’ye gittim. Zeve çayını geçemedim, beni atla gelip aldılar. Zeve’de toplu halde bulunan kadınların tamamını Ermeniler bir dama koyduktan sonra, yere oturulmasın diye su ile doldurdular. Yarı belimize kadar su içinde kaldık. Sonra erkekleri ayırıp götürdüler. Onları başka bir damda diri diri yakmışlar. Ermeniler, 15 yaşından küçük çocukları da bir tarafa ayırdıktan sonra süngüleyerek katlettiler. Kadınları da gruplar halinde Van’a götürdüler.

Bir çocuğumu, gözümün önünde koyun boğazlar gibi boğazladılar. Bir Ermeni, komşumuz Firdevs hanımın oğlunu ayağının altına alıp, iki bacağından ayırarak iki parça edip şehid etti. Ermeniler o kadar çok müslüman boğazladılar ki, akan kanlar koskoca tandırları doldurdu. En son Rus ordusunda vazifeli bir Tatar bu korkunç faciaya son verdi.

Ermeniler, esir ettikleri müslüman kadınları iki sıra halinde aralarına alıp türkü söyleyerek, tef çalarak götürüyorlar; ikide bir; “Korkmayın sizi Van valisi Cevdet Paşa’ya götürüyoruz Cevdet paşa size pilâv ikram edecek!” diyorlardı. Sonra koro halinde: “Cevdet Paşa et temâşa / Gelinlerin oldu matuşka! (fahişe demek)” diyorlardı.

Molla Kasım köyünden Şeyh Selim Efendinin gözlerini oyduktan sonra şehid ettiler. Gene Molla Kasım köyünden Müslim amcayı öldürdükten sonra, cesedini namaz kılıyor gibi bir duruma soktular, İslâmın dini ve imânına küfür ettiler, alaya aldılar.

Ermeniler, bir taraftan erkekleri öldürüyorlar, sonra da: “Korkmayın, size bir şey yok! Onları Rusya’ya para kazanmaya gönderiyoruz.” yalanını gözümüzün içine bakarak söylüyorlardı. (10)

ZEVE’DE ERMENİ KATLİAMI

Kıymet Başıbüyük, Zeveli annesi Hediye hanımdan naklen bu faciayı şöyle anlatıyor:

Seferberlik ilân edilir edilmez Van halkı muhacir olmaya başladı. Zeve ve çevresindeki köyler muhacir olmadılar. Buna sebep olan zeve ve çevresindeki köyler ve muhtarı Süleyman çavuştur. Çünkü muhtar köylüyü toplayıp, “Buradan muhacir olup gitmeye hiç lüzum yok! Ben Ermenilerle kardeş oldum, (!) size bir şey yapmazlar.” diye teminat verdi.

Bu söze inanarak köyü terk etmedik. Sonra Vandaki Ermenilerin ortalığı kana buladıklarını, her tarafı yakıp yıktıklarını duyduk. Ermeniler binlerce müslümanı kesmeye başladılar. Van’ı terk etmeyen hasta, yaşlı, çocuk ve kadınları asıp kesmeye, bir kısmını da çaylara, kuyulara atmaya koyuldular. Sıra bizim köylere gelmişti. O sırada komşu köylerin ahalisi bizim köyde toplandı. Her köyün en az 400-500 nüfusu vardı.

Ermeniler, bir sabah köyümüzü ateşe tuttular. Zeve’de toplanmış müslümanlar, cephaneleri bitinceye kadar köyü müdafaa ettiler. Türklerin cephaneleri bitince Ermeniler köye girdiler. Korkunç facia bundan sonra başladı. Önce Ermenilerle kardeş olduğunu söyleyerek halkın göç etmesine engel olan Süleyman Çavuş’u yakalayıp, korkunç şekilde şehid ettiler. Ermeniler, hamile kadınların karnını yırtıp çıkardıkları çocukları süngülerinin ucuna takarak annelerine gösterdiler.

Kızların ve kadınların kollarındaki bilezikleri almak için çok kolay bir usul buldular. Kasaturalarıyla kızların ve kadınların kollarını kesiyor, sonra bilezik ve yüzükleri çıkarıyorlardı.

Ben, annem ve 20-30 kadar köylü kadını ve çocuk Sultan Hacı Hamza’nın türbesine sığındık. Ermeniler bizi öldürmek için türbeye gazyağı ve benzin serptiler ve ateşlediler. Türbe yanmadı. Kazma kürekle türbeyi yıkmak istedilerse de, yıkamadılar. Hayret ve şaşkınlık içinde, “Yahu bu mutlaka bizdendir.” diyerek gittiler.

Biz oradan çıktık. Çıktığımızı gören Ermeniler üzerimize hücum ettiler. Bu sefer köyün köpekleri bizi kurtardı. Köydeki köpekler insan cesedi yiyerek kuduz olmuşlardı. Her tarafa saldırıyor, köye hiç kimseyi yaklaştırmıyorlardı. Bir zaman köpekler bizi korudu. Sonra Ermeniler köyü işgal ettiler. Biz yine katil ve canavar Ermenilerin eline düştük. Bir hafta sonra Ruslar bizi alıp aç, susuz Van’daki Ermeni kışlasına götürdüler.

Rus Kırgız muhafızlarına, yiyecek bulmak için bizi serbest bırakmaları için yalvarıyorduk. Kısa bir zaman kışlanın yanına çıkınca, hayvanlar gibi söğüt yapraklarına üşüşüyor, bir yandan çabuk çabuk bu yaprakları yerken, diğer yandan etek ve ceplerimizi dolduruyorduk. Aç midelerimize bu acı söğüt yaprakları, bal gibi tatlı geliyordu.

Böylece günler geçti. Sonra Ruslar bizi serbest bıraktılar. Tarlalara dağıldık, ektik, biçtik. Değirmen gösterdiler buğdayları öğüttük. Türk askerinin görünmesiyle tam ve gerçek hürriyete kavuştuk. (11)

ERZURUM’DA ERMENİ ZULMÜ

Ilıca’da kaçamayan Türklerin hepsinin öldürüldüğünü ve kör baltalarla enselerinden kesilmiş bir çok çocuk cesetleri gördüğünü Erzincan’dan Erzurum’a dönüşünde bizzat başkomutan Odişelidze söyledi. Ilıca katliamından üç hafta sonra 11 Mart 1918 pazartesi günü ordan dönen yarbay Griyazmof gördüklerini şöyle anlattı:

“Köylere giden yollarda uzuvları tahrib edilmiş bir çok cesetlere rastladım. Her geçen Ermeni bu cesetlere bir kere söğüp tükürüyordu. 25-30 metrekarelik cami avlusuna iki arşın (141 cm) yüksekliğinde cenaze yığılmıştı. Bunların arasında her yaşta kadın, erkek, çoluk çocuk ve yaşlılar vardı. Kadın cesetlerinde zorla ırza geçme halleri pek belli bir halde idi. Birçok kadın ve kızların tenasül yerlerine tüfek fişeği sokulmuştu.

Alaca menzil komutanlığı müteahhidi olan bir Ermeni 12 Mart 1918′de yapılan vahşilik üzerine şunu anlattı: Ermeniler bir kadını canlı olduğu halde bir duvara çivilemişler; sonra kalbini oyup başının üstüne asmışlar.

Erzurum’da Rus topçu subaylarından Gürcü asıllı teğmen Midvani şöyle bir olaya tanık olduğunu anlattı: Bir Ermeni, arabacılardan bir müslümanı vurmuş, fakat öldürememiş, sırt üstü düşmüş. Ermeni elindeki sopayı, can çekişen müslümanın ağzına sokmak istemiş. Dişleri kilitlenmiş olduğundan sopayı ağzına sokamayan Ermeni, müslümanın karnını tekmeleye tekmeleye öldürmüş. (13)

30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesinden sonra Türk Ordusu Kars ve çevresini terk ederek 1877-1878 Türk-Rus savaşı sonrası çizilen sınırın batısına çekilmişti. Bu bölge tekrar Ermeni cellatların ellerine bırakılmış oldu. Bağımsız Ermenistan devletine bağlı çeteler iki yıl boyunca çeşitli zulümler yaptılar. Nihayet Kâzım Karabekir Paşa komutasındaki Türk ordusu 30 Ekim 1920′de Kars’ı, 12 Kasım 1920′de Iğdır’ı Ermenilerden kurtardı. 3 Aralık 1920 günü Ermenistan’la Gümrü anlaşması imzalandı.

Mondros Mütarekesinin 7. maddesine dayanarak Uzlaşma Devletleri Anadolu’nun her bir tarafını işgale başlamışlardı. Güney illerimiz (Urfa, Antep, Maraş, Adana) önceleri İngilizler tarafından işgal edilmiş ve daha sonraları ise Fransızların denetimine geçmişti. Ermeniler bu bölgede de, Fransızların himayesinde zulüm ve katliamlarını sürdürdüler.

ADANA’DA ERMENİ ZULMÜ

Vanlızade Nihat anlatıyor:

Fransızlar, Ermenilerle iş birliği halinde vesileler icat ederek Türkleri öldürüyorlar; para ve mallarını yağmalıyorlardı. Ermeni kilisesi kasaphane (maktel) olmuştu. Köşe bucaklarda, ıssız yerlerde yakaladıklarını sürüyerek kiliseye götürürler, işkenceler içinde canını alırlardı. Bu gibi facialar bir taraftan devam ederken diğer taraftan Fransızlar sorgusuz sualsiz masum Türkleri Kumlukta Hacı Ali tekkesinde kurşuna dizerlerdi. Rahmetli babam eski sarayda oturuyordu. Güpe gündüz evini bastılar. Bütün ev eşyasını aldıktan sonra depodaki çenberli pamuklarını da götürdüler.

Ermeni çeteleri ansızın çiftliğimize baskın yaptılar. Hazırladığımız bütün malları, ne var ne yok, yataklarımıza varıncaya kadar alıp arabalara yüklediler. Hayvanlarımızı da önlerine katıp, bizim üçümüzün elini kolunu sıkı sıkıya bağlayıp, Şahin Ağa kilisesi köyüne sevk ettiler. Burası mahşerden bir nümune idi. Binlerce Ermeni ile dolmuştu. Çeteler, dişinden tırnağına kadar çapulcu, yağmacı Ermeniler burada mevcuttu. Bizi hay u huyla karşıladılar. Binbir çeşit yakası açılmadık küfür ve hakaretler içerisinde, çete başı Sivaslı Kireççi Agop’un önüne çıkardılar. Gayet terbiyesiz bir biçimde bizden para istedi:

“–Sakladığınız yeri gösteriniz, aksi takdirde başınıza çeşitli işkencelerle ölüm gelecektir!” dedi.

Varımız olan 17 altun lira ile 637 banknotumuzu daha önce elimizden almışlardı.

“–Bir şeyimiz kalmadı ki verelim; verecek paramız yok!” der demez, öldüresiye bir dayak atıp beni merdivenden aşağıya tekmelerle yuvarladılar. Kahkahalarla halimizi seyr edenler arasında, Adana’nın zengin ileri gelen Ermeni tüccarlarından Kalasyan ile Bızdıkyan ve Kasparyan’ı gördüm.

Babamı çırıl çıplak ederek bir çukura götürdüler. Aşıkyan fabrikasında çalışan İstepan adındaki Ermeni, belinden çıkardığı 60 cm. uzunluğundaki kamayı babamın sağ böğrünün karaciğer nahiyesine sapladı. Kelime-i şehadet getiren babama kızan kaatil peygamberimize küfür etti. İkinci darbeyi de aynı bıçakla boynunun sağ tarafına indirdi. Rahmetli babamın başı göğsüne sarktı, şehid olarak gözlerini kapadı.

Babamın ayaklarına bir ip takarak takur tukur sürükleyip kör bir kuyuya cesedini attılar. Tüyler ürpertici bu manzara, hemen beş metre uzağımda cereyan etti. Facianın dehşetinden kanım dondu. Şimdi sıra bana gelmişti. Perişan halimde yanıma geldiler. Beni de anadan doğma soyundurdular. Üzerime bir teneke gaz yağı döktüler. Bir elinde kibrit, diğerinde kutusu olan Ermeni üzerime geldi. Dedi ki:

“–Siz çok zenginsiniz, çok paranız olduğunu biliyoruz. Üzerinizden çıkan para ile bizi aldatamazsınız. Eğer paranın yerini söylemezseniz, babanın akıbetini gördün, seni de diri diri yakacağız. Çabuk söyle, böyle bir ölümden kendini kurtar!”

Diri diri yakılıp ölmenin çok feci olduğunu düşünerek vakit kazanmak maksadıyla:

“–Evet, çok paramız var, hem de heybe dolusu… Bunların yerini çiftlikte size göstereceğim!” dedim.

Derhal gazlı vücuduma elbisemi giydirdiler. Çete başının yanına götürdüler. Çete başının verdiği emir de, derhal çiftliğe gidilmesi, paralar alındıktan sonra geri dönülmesi idi. Verdiğim cevapta:

“–Bu çok yanlış bir emirdir. Paralar samanlıkta gömülüdür. Samanlığı boşaltmak, gömülü yeri açmak hayli vakte bağlıdır. Burası akşam olur olmaz Türk çetelerinin at oynattığı ve etrafı gözettikleri bir yerdir. Şimdi vakit akşam, nerede ise güneş batmak üzeredir. Biz oraya gidip işe başladığımız zamanda, behemehal Türk çeteleri gelecek, iki taraf arasında şiddetli bir çarpışma olacaktır. Ben belki bu çarpışmalarda ölebilirim. Sizin elinize para geçmediği gibi, bir hayli zayiata maruz kalabilirsiniz. Beni öldürseniz bu saatte çiftliğe ayak basmam!” dedim.

Çete başı bu düşüncemi haklı buldu. İşi yarına bıraktı. Beni üç nöbetçinin nezareti altında bir odaya soktu. Köyün etrafına da nöbetçiler kondu. Çeşitli yerlere de gözcüler dikildi. İlk işim kolay ölümün çaresini aramaktı. Yarın çiftliğe gidip kendilerini aldattığımı anlarlarsa, kim bilir bana nasıl işkenceli bir ölüm tatbik edecekler. Bunları düşündükçe tüylerim diken diken oluyordu.

Altının, çuval dolusu banknotların neşesi içinde, çeteler yaptıkları günlük mezalimi iftiharla çete başına anlatıyorlardı. Yeğenim Tahsin’in Taşcı’da cesedinin kuyuya atıldığını, Zağarlı, Kamışlı, Yalnızca, Mıhıllı köylerinin tamamen yakıldığını, buralarda ellerine geçenleri ve Yalnızca’da Afganlı müslüman bekçinin, Aşık Kâhya’nın, Zağarlı’dan Sağır Sait’in ve berber Mahmut’un kız kardeşleriyle birlikte çocuklarının, Şahin Ağa kilise köyünden Deli Kerim’in, Gök Mehmet’in karısı Emine’nin, Veysel’in karısı Emine’nin ve daha isimlerini hatırlıyamadığım elli kadar Türk’ün, çeşitli işkenceler içinde nasıl öldürüldüklerini kahkahalarla anlatıyorlardı.

Geç vakte kadar içtiler, hepsi de sızdı. Yediğim dayaktan, yarın karşılaşacağım felaketten yerimde oturamıyordum. Kurtulmak değil kolay ölmek istiyordum. (14)

Fransızların ve Ermenilerin zulmü Maraş’ta halkın ayaklanmasına sebep oldu. Yirmi gün süren şiddetli çarpışmalardan sonra 11 Şubat 1920′de Maraş kurtarıldı.

Daha sonra 20 Ekim 1921′de Fransızlarla Ankara Antlaşması imzalandı. Fransızlar güneyde işgal ettikleri yerleri boşalttılar. Sadece Adana bölgesinden 120.000 Ermeni Suriye’ye kaçtı. 30.000 kadarı da Kıbrıs, Mısır, Adalar ve İstanbul’a gitti.

SONUÇ:

Yukarıda yazdıklarımızdan da anlaşılacağı üzere isyan eden Ermenidir, zulmeden Ermenidir, katliam eden Ermenidir. Mazlum ve mağdur olan, yüzbinlercesi katledilen, tecavüze uğrayan, yerinden yurdundan sürülen mâsum Anadolu müslümanıdır. Fakat Ermeniler bir asırdır yaygara yapmakta, basın, yayın ve propaganda yoluyla dünyayı aldatmağa çalışmakta; haçlı ruhuyla hareket eden bazı devletler de onlara destek olmaktadır.

Soykırım iddiasına gelince; 1914 nüfus sayımına göre Osmanlı topraklarında yaşayan Ermeni sayısı 1.300.000′dir. Bunun 525.000′i işgalci Ruslarla beraber Rusya’ya göç etmiştir. Amerika, Suriye, Yunanistan, İran, Lübnan vs. ülkelere göç edenlerin sayısı da 582.000′dir. Toplam 1.107.000 Ermeninin göç ettiği anlaşılmaktadır. Türkiye’de kalan 50.000 civarındaki Ermeni’yi hesaba katınca, Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında, Ermeni isyanları ve göçler esnasındaki toplam Ermeni kaybının 143.000 civarında olduğu anlaşılır. Halbuki aynı dönemde, aynı bölgelerdeki müslüman ahalinin kayıpları 1.400.000′i bulmaktadır. (15) Yâni esas soykırıma uğrayan müslümanlar olmuştur.

(1) Türkiye’nin Siyasi Tarihinde Ermeniler ve Ermeni Olayları, Halil Metin, M. Eğitim Yayını, İstanbul 1997, s. 16

(2) Türkiyenin S. T. E. ve E. O. s. 87-93

(3) Türkiye Tarihi, Yılmaz Öztuna, c. 7, s. 180-181

(4) Tarihte Ermeni Mezalimi ve Ermeniler, Mehmet Hocaoğlu, İstanbul 1976, s. 275-276

(5) Tarihte E. M. ve Ermeniler, s. 478 – 480

(6) Türkiye Tarihi, Yılmaz Öztuna, c. 7, s. 227

(7) Türkiye’nin S. T. E. ve E. O. s. 129-131

(8) Tarihte E. M. ve Ermeniler, s. 720-721

(9) Tarihte E. M. ve Ermeniler, s. 723

(10) Tarihte E. M. ve Ermeniler, s. 733-734

(11) Tarihte E. M. ve Ermeniler, s. 735-736

(12) Türkiyenin S. T. E. ve E. O. s. 146-147

(13) Tarihte E. M. ve Ermeniler, s. 764

(14) Tarihte E. M. ve Ermeniler, s. 704

(15) Türkiyenin S. T. E. ve E. O. s. 28, 157


İHANETİN ÖTEKİ YÜZÜ-FATİH SULTAN MEHMED HAN'IN PONTUS RUM DEVLETİNİ YIKTIĞI (15 AĞUSTOS 1461) TARİHİN YIL DÖNÜMÜNDE (15 AĞUSTOS 2010) SÜMELA MANASTIRINDA PONTUS RUM DEVLETİNİ DİRİLTME ÇABALARI


RUM İHYASINI AKP – BARTHO VE İŞBİRLİKÇİLER

BİRLİKTE KOTARDI

“Ecdadın kemikleri sızlar” itirazlarına kulak tıkandı ayinde kasaya girecek dövizlerin hesabı yapıldı!..


Ayinle gövde gösterisi

AKP’nin kilise açılımı, Trabzon’u böldü. Kentte milliyetçiler, vatanseverler “Ecdadın kemikleri sızlar” diyerek direndi ancak iktidar desteğini arkasına alanlar, gelecek dövizi düşünenler kazandı. Sümela Manastırı’nda bugün yapılacak ayini Fener papazı Bartholomeos yönetecek.


Bu tarih, tesadüf değil

15 Ağustos; Pontus’un yıkıldığı, Fatih’in Trabzon’u fethettiği (1461) gün… Bugünü ayin için zorlayan Rum Pontusçular böylece isteklerine ulaşmış oldu.

2 gün önce biri MHP’li siyasetçi diğeri gazeteci 2 kişi ayine tepki gösterdiği için polis tarafından sorgulanmıştı.


Sümela’da ayin açılımı!

Trabzon’da Sümela Manastırı’nda büyük tepkilere rağmen bugün ayin düzenlenecek. 2 bin 500 Rumun katılması planlanan ayini, Fener Rum Kilisesi Papazı Bartholomeos yönetecek


AKP’nin kilise açılımı çerçevesinde bugün bir ilk gerçekleşecek. Trabzon’daki tarihi Sümela Manastırı’nda ayin yapılacak. Ayini Fener Rum Kilisesi Papazı Bartholomeos yönetecek. Trabzon Valisi Recep Kızılcık, Sümela Manastırı’nda yapılacak olan ayinle ilgili gazetecilere yaptığı açıklamada, bugüne kadar yapılan müracaatlar çerçevesinde Yunanistan, Rusya, Gürcistan ve yurt içinden misafirlerin geleceğini kaydetti. Kızılcık, “Ayin için 2 bin ile 2 bin 500 kişinin gelmesini bekliyoruz” dedi. 2 gün önce, 2 kişi ayine tepki gösterdiği için polis tarafından sorgulanmıştı. Buna tepki gösteren, MHP Trabzon Milletvekili Süleyman Latif Yunusoğlu ve beraberindeki partililer, ayini protesto etti. Sümela Manastırı’nın yakınındaki restoranların bulunduğu alanda partililerle bir araya gelen Yunusoğlu, yaptığı basın açıklamasında, manastırların İbadethane ya da ayin yapılan mekanlar değil, din adamı yetiştirilen mekanlar olduğunu söyledi.


Olay çıkarmışlardı

Geçen yıl Meryem Ana Yortusu’nu bahane eden 1000 kadar Yunan ve Rus, Sümela Manastırı’nda olay çıkarmıştı. Yasa dışı olduğu halde müzede ayin düzenlemeye kalkan ’turist’ kılıklı alçak grup, kendilerini uyaran Trabzon Müzeler Müdürü Nilgün Yılmazer’e de saldırmıştı. Manastıra giren Selanik Valisi Panayotis Psomyadis ile Rus milletvekili İvan Savvidi, Meryem ve İsa’nın resmedildiği bakır işlemeli bir objeyi önlerine alarak, özel kıyafetli din adamı eşliğinde dua ve ilahi okumuşlardı.

Gün özenle seçilmiş

Tarihi Sümela Manastırı’nın bir günlüğüne ibadete açılacağı günün 15 Ağustos olarak belirlenmesi ise akıllarda soru işaretleri bıraktı. 15 Ağustos 1461’de Trabzon’daki Bizans varlığının devamı sayılan ’Trabzon Rum İmparatorluğu’ Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilmişti. Yine 15 Ağustos tarihi, 1984 yılından itibaren PKK’nın kahpe eylemlerini gerçekleştirdiği gün olarak hafızalarda yerini aldı. Siirt’in Eruh ve Hakkari’nin Şemdinli ilçesini basan PKK’lılar, karakollara ve askeri lojmanlara saldırmış, 1 asker şehit edilmişti.

Yerel gazeteler

destek veriyor

Sümela’da ayine bazı yerel gazeteler de destek veriyor. Kuzey Ekspres’te Hasan Kurt- imzalı yazıda şunlara yer verilmiş: “Sümela’nın ayine açılması kimin, kimlerin aklına geldi? Bu olay siyasi bir manevra mı? Sümela’nın ayine açılması talebi, dedeleri, ninelere bölgeden göçenlerin yıllar sonra Trabzon’a yaptıkları geziler esnasında gündeme geldi. Talepler basına yansıdı. İşin ekonomik yanı da düşünüldü ve ülkeyi yönetenler böyle bir karar verdi. Bana göre doğru bir karar!”

Tehdit sanalmış!

Karadeniz’den Günebakış gazetesinde ise Ali Öztürk, “1996 yılında Venizelos gemisiyle Trabzon’a gelen Fener Ortodoks Rum Patriğini kente sokmayan eylem grubunun içindeydik. Biz o dönemlerde Pontus tehtidi altında olduğumuza inanıyorduk. Ancak bugün Pontus tehdidininin sanal olduğuna ve derin devletin kendi bekası için oluşturduğu hayali bir dış tehdit olduğuna inanıyoruz” ifadelerini kullandı.

Papazı baş köşeye oturttular

Fener papazı Bartho, Sümela’da bugün yapılacak ayini yönetmek üzere dün uçakla Trabzon’a geldi. Rum papaz, Trabzon’da Vali, Belediye Başkanı ve Müftü Yardımcısı’nın da katıldığı iftar yemeğinde baş köşeye oturtuldu. Havalimanında gazetecilere açıklama yapan Bartho, Sümela’da ayin izni veren AKP hükümetine övgüler yağdırarak şunları söyledi: “Bugünü, sayın hükümetimizin bize lütfettiği izne borcuyuz. Müteşekkiriz ve yalnız Karadenizli müminler için değil, bütün Ortodokslar ve Hristiyan alemi için yarının (bugün) Meryem Ana’nın göğe yükseliş günü olması hasebiyle kutsal bir gündür. Bugünü tarihi Sümela Manastırı’nda kutlayabilmemiz bir lütufdur. İlk önce yüce Allah’ın, sonra hükümetimizin bir lütfudur. Özellikle Kültür ve Turizm Bakanımız Ertuğrul Günay’a müteşekkiriz. Karadenizlilerin mert olduklarını,, misafirperver olduklarını biliyoruz, onun için her şeyin güzel geçeceğinden eminiz.” Rum papaz beraberindeki diğer ilgililerle birlikte havaalanından kente geldi.

İftar sofrasında bir papaz…

Bartho, bir restoranda düzenlenen ve Trabzon Valisi Recep Kızılcık, Belediye Başkanı Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu ve İl Müftü Yardımcısı Zeki Aksoy’un da hazır bulunduğu iftar yemeğinde baş köşeye oturtuldu. İftar yemeğinde Rum Papaz, Müftü yardımcısı Zeki Aksoy’a Kur’an-ı Kerim hediye etti.


Atatürk

patrikhane için

ne demişti

Mustafa Kemal Atatürk, 20 Ocak 1923’te patrikhane için ’fesat yuvası’ ifadesini kullanmıştı: Bir fesad ve hiyanet ocağı olan, memleketimize nifak tohumları eken, uyuşmazlık yaratan Rum Patrikhanesi’ni artık topraklarımız üzerinde bırakamayız.

Atatürk: Patrikhane fesat yuvasıdır

Mustafa Kemal Atatürk, 20 Ocak 1923’te Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’ne Rum Patrikhanesi ile ilgili ’Fesat yuvası ifadesini kullanmıştı. Atatürk, “Bir fesad ve hiyanet ocağı olan ve memleketimize nifak tohumları eken, uyuşmazlıklar yaratan, Hıristiyan hemşehrilerimizin huzur ve refahı için de uğursuzluğa ve felakete sebeb olan Rum Patrikhanesi’ni artık topraklarımız üzerinde bırakamayız” demişti. Atatürk sözlerini şöyle sürdürmüştü: “Bu tehlikeli teşkilatı memleketimizde muhafazaya bizi mecbur etmek için ne gibi vesile ve sebebler gösterilebilir? Türkiye’nin Rum Patrikhanesi için arazisi üzerinde bir sığınılacak yer göstermeye ne mecburiyeti var? Bu fesad ocağının hakiki yeri, Yunanistan değil midir? Büyük Millet Meclisi tarafından idare edilmekte olan yeni Türkiye, Babıali’nin taht-ı idaresindeki eski Osmanlı İmparatorluğu değildir. Yeni Türkiye şeref ve haysiyet, kudret ve kuvvetini müdrik ve hukukunu muhafaza için mevcudiyetini tehlikeye atmaya hazır ve amadedir.”

Nurettin Paşa

Pontusçuları

teşhis etmişti

“Rumlar bizi arkamızdan vurmak için teşkilatlar kurdu. İşin acı tarafı, insanlara kardeşlik yolu göstermeleri gereken papazların bu teşkilatların başında bulunması… ‘Edebi heyet’ kılıklı Pontus Cemiyeti, Rum gençlerinin ruhuna isyan edebiyatı yapıyor.”


Nurettin Paşa

Pontusçuları anlatıyor!

Kurtuluş Savaşı sırasında 1. Ordu Komutanlığı yapan Sakallı Nurettin Paşa, ’Hatıralar, vesikalar, resimlerle Yakın Tarihimiz’adlı kitapta, Pontusçuların nasıl bir oyun oynadığını anlatmış. Cilt 2 sayfa 21’de yer alan hatıralarında Nurettin Paşa, “Vatanımızın en buhranlı günlerinde bütün bir millet, istilacı düşman kuvvetlerine karşı dişi tırnağı ile savaşırken, içimizden yetişen Rumlar bizi arkamızdan vurmak için teşkilatlar kurmuşlardır. İşin acı tarafı, insanlara dostluk, kardeşlik yolu göstermeleri gereken metropolitlerin, papazların, bu teşkilatların başında bulunmuş olmalarıdır” diyor. Sakallı Nuri Paşa hatıralarında şunlara yer veriyor: “Biz Türkleri aldatmak için evvela edebi bir heyet halinde ortaya çıkan Pontus Cemiyeti, gerçekte daha kurulduğu 1904 yılından beri önemli bir ihtilal merkezi idi. Gerçi edebiyat da yapmıyor değillerdi ama elimize geçen vesikalara göre yaptıkları edebiyat, Rum gençlerinin ruhlarına isyan ve ihtilal telkini edebiyetı idi. Cemiyetin -tabii son derece gizli tutulan- esas nizamnamesine göre yirmi yaşından itibaren her Rum, silah taşımaya layık görülüyor ve kendi ihtilal ordularının bir neferi sayılıyor, üstlerine yüklenen bu vazifeyi yapmaktan kaçınanlar, cemiyet azasından kurulmuş üç kişilik -tabii yine gizli- bir mahkeme tarafından muhakeme, hatta idam ettiriliyordu. Elimizdeki vesikalar pekala gösteriyor ki; bu teşkilat Samsun ve dolayları kıyılarından başlayarak ta içerilere Sivas, Akdağmadeni kazasının 21 köyüne kadar genişleyip yayılmış ve tarafımızdan da buralarda meydana çıkarılmıştır. Pontus kulübüne ait kendi mühürlü ve etiketlikağıtları, Yunanistan’ın ikiz kardeşi Pontus’un kurtuluş gününü sağlamak için, bu çevrelerdeki bütün Rumları silah başına, dışarıdakileri de her türlü yardıma davet ediyor”

Din kisvesi altında kanlı facia

Pontus çetelerini bastırma görevi ile Merkez Ordusu’nun başına getirilen Nurettin Paşa Metropolit Hrisantos’un faaliyetleri ile ilgili olarak. “En önemlisi ise; yurdumuzun içinde kurulmuş ve işleyen bütün bu düşmanca tahrik ve teşkilatı, insanlara dostluk ve barış tavsiye edip, kardeşçe yaşama yolları göstermeleri gereken din adamlarının, yani metropolitlerin, papazların idare etmekte olduklarıdır. Papazların, din kisvesi altında ne kanlı faciaların sebebi ve kışkırtıcısı olduklarını kanıtlayacak yüzlerce, binlerce belge ile elde etmiş bulunuyoruz”

Türklerin yok edilmesini isterdim

Nurettin Paşa hatıralarında şunlara yer veriyor: “Mesela, Trabzon Metropoliti Hrisantos Efendi, Mütareke esnasında Anadolu’yu dolaşan Amerikan tahkikat heyeti reisi general Harbord ile Paris’te konuşmasına dair Pontusçulara çekmiş olduğu bir telgrafta, (Paris, 20 Ağustos 1919) Pontusçuların bir harekat için şevkle hazır oldukları teminatından bahsediyordu. Metropolit Hrisantos, Pontus propaganda ve çete faaliyetlerini yönetiyordu. Bu dönemde İznik Başpiskoposu Vassilios’un görüşleri ibret vericidir: ’Geride bir tek ferdi kalmamak üzere Türklerin tamamıyla yok olmasını ne kadar isterdim.’Patrikhane’nin kontrolünde olarak, Yunanlıların yakın bir zaman Anadolu’ya çıkacaklarını anlayan İzmir Metropoliti Hrisostomos, 14 Mayıs 1919’da kışkırtıcı bir konuşma yapmış, yerli Rumlar ellerinde silahlarla meydanlarda toplanmıştır.”

Bartholomeos, II. Mahmut'un adını neden ağzına almadı?

Trabzon Sümela Manastırı'nda düzenlenen ayini yöneten Fener Rum Patriği Bartholomeos, Osmanlı padişahlarına da teşekkür etti. Birisi hariç...

Trabzon'da Karadağ'ın eteğine kurulu Sümela Manastırı'nda 88 yıl sonra ilk kez Ortodoks Hristiyanlar ayin düzenlendi. Saat 10.00'da başlayan ayine Rusya Federasyonu, Yunanistan, Gürcistan, ABD ve yurt içinden gelen çok sayıdaki Ortodoks Hristiyan katıldı.


Ayini yöneten Bartholomeos şöyle konuştu:


Bu heyecan, bu sevgi, bu inanç, bu bağlılık asla farklı anlamlarla bağdaştırılmamalıdır. Biz, her zaman olduğu gibi bugün de dua etmeye geldik. Burada yüzyıllarca yaşamış olan Rum Ortodoks halkının anısına ve bu manastırda hizmet etmiş keşiş ve ruhanilerimizin ruhlarına dua etmeye geldik. Bu manastırın tarihinde, onu gönülden seven, destekleyen Osmanlı padişahlarından İkinci Beyazıt, Birinci Selim, İkinci Selim, Üçüncü Murat, Birinci İbrahim, Dördüncü Mehmet, İkinci Süleyman, İkinci Mustafa ve Üçüncü Ahmet'in anılarına dua etmeye geldik.


2. Mahmut'u es geçti

Bartholomeos, Osmanlı padişahlarının birçoğunun ismini sıralayarak, onlara dua gönderirken, özellikle 2. Mahmut'un ismini söylememesi dikkatlerden kaçmadı.


Çünkü 2. Mahmut, dönemin Rum Patriği Gregorius'u, Rus Çarı Alexandr'a gönderdiği mektup ele geçirilince "ihanet" gerekçesiyle Fener Patrikhanesi'nin kapısında asılmak suretiyle idam ettirmişti.



Kin Kapısı

"İhanet Mektubu" olarak adlandırılan Gregorius'un mektubunun ve Mora'nın İsyanı'na ilişkin belgelerin bulunması üzerine yapılan duruşma sonucunda, suçlu bulunarak patrikhanenin orta kapısı önünde asılarak idam edilen Patrik Gregorius'tan sonra gizlice toplanan patrikhane yönetimi, aynı yerde bir Türk devlet veya din adamı asılana kadar, kapının kapalı tutulmasına karar verdi. Bu kapı Cumhuriyet Dönemi'ne kadar zincirlenmiş olarak tutuldu. Halen kapalı olan bu kapı, patrikhane çevrelerinde Kin Kapısı olarak anılmaktadır. Günümüzde, Rum Ortodoks Patrikleri, Patrikhane'ye başka kapıdan girip çıkmaktadır. Günümüzde bu kapının açıldığı sokağa Türkler, Sadrazam Ali Paşa Sokağı adını vermişlerdir.