Sayfalar

PUSULA-2023

16 Ağustos 2010 Pazartesi

İHANETİN ÖTEKİ YÜZÜ YIKIK KİLİSELERİN İNŞASI


Van Akdamar kilisesi T.C. Kültür bakanlığının üç trilyon ytl tutan restorasyonu ile hizmete açılacak!!!

Erivandaki sözde soykırım anıtında Türk tarihine, Türk Bayrağına 365 gün altı saat hakaret etmeye devam edilirken, Dünya kamuoyunda milyonlarca yalan sahte belge ile Milletimizi katil, Kanlı katil olan kendilerini mazlum gösterenlere AKP nin yaranma hareketleri neticesiz kalacak, AKP bu sevgisinin hesabını sandıklarda çıkan oylarla ağır ödeyecektir.

AKP’nin diktiği haç sonsuza kadar kalacak!

İngiliz Reuters ajansı, Van Akdamar’daki Ermeni kilisesine 19 Eylül’deki ayinle takılacak haçın bir daha inmeyeceğini duyurdu.


Akdamar’dan haç inmeyecek

Akdamar kilisesinde düzenlenecek ayinden dolayı otellerde boş yer kalmadı.

İngiliz Reuters ajansı, AKP iktidarının, Türkiye’ye “soykırımcı” diyen ve bunu dünyanın dört bir yanında her fırsatta dile getiren Ermenistan’ı memnun edebilmek için devletin kasasından 3 trilyon lira (yeni parayla 3 milyon TL) harcayarak hizmete açtığı Van’daki Akdamar Kilisesi’nde 19 Eylül’de düzenlenecek olan ayini “Türkiye’nin barış jesti” olarak nitelendirdi.


 
Milliyet gazetesinde yer alan habere göre, ajans, konuyla ilgili haberde, “Kilisenin huzur dolu manzarasının altında, Ermenistan ve Türkiye’nin peşini bugün bile bırakmayan travmatik bir geçmiş yatıyor. Dünya çapındaki Ermeniler, Doğu Anadolu’daki bu kiliseyi, yüzyıllar süren zulmün, tehcirin ve toplu katliamların tanığı olarak görüyor” diye yazdı.

Reuter’in haberinde şöyle devam edildi:

‘Ermenilere hazırlar’

“Akdamar Kilisesi, hükümetin 1.5 milyon dolarlık onarım çalışmasının ardından 2007’de müze olarak yeniden açıldı. Ancak kilise yetkililerinin ricalarına rağmen kiliseye haç takılmasına izin verilmemişti.

Van Valisi Münir Karaoğlu, ayinden önce kilisenin kubbesine haç takılacağını ve haçın orada kalacağını söyledi. ”



ECDADA İHANET!

AKP’nin son açılımı: Ayin izni çıkan yerlere haç dikilecek

Erdoğan patrikhaneye çalışıyor

PATRİKHANE için “Beni rahatsız etmiyor” diyen ve bu konuda Atatürk’ü değil Fatih’i referans alan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın AKP’si ’haç’lı açılıma hız verdi. Akdamar ve Sümela’ya verilen ayin iznini, ‘haç dikme’ izni izledi. Erdoğan’ın Ruhban Okulu için çabası ve Yunanistan ziyaretinde yabancı uyruklu metropolitlere TC vatandaşlığı yolunu açması, tavizlerin Ayasofya’ya kadar uzanacağı endişelerini artırdı.

Çakma Amerikalı Yunan patrik!

AKP’nin peş peşe verdiği tavizler ve meydana çıkabilecek sonuçlarla ilgili tepkiler çığ gibi büyüyor. Siyasiler ve ilahiyatçılar gelişmelere tepki gösterirken, yazar Aytunç Altındal, AKP’nin aldığı son kararın olası sonuçlarına dikkat çekti: Sen Sinod Meclisi üyesi olacak bu metropolitler patriği seçecek. ABD vatandaşı yapılan Yunan papaz yeni patrik olabilir. Dini mahkeme yetkisi de var. Türkiye’nin başı ağrıyacak.

Sırada Ayasofya mı var!

Anadolu’daki kiliselere oluk oluk para akıtan AKP, ayine açtığı Akdamar Kilisesi’ne şimdi de haç takılması için izin verdi. AKP’nin art arda verdiği tavizler, ‘Sırada Ayasofya var!’ yorumlarını da beraberinde getirdi

Van’daki Akdamar Kilisesi ve Trabzon’daki Sümela Manastırı ayinlere açıldı. Ruhban Okulu ve Ekümenik çalışmalarına hız verildi, metropolitlere Türk vatandaşlığı izni çıktı, Vakıflar Yasası ile azınlık vakıflarına kolaylıklar tanındı. Anadolu’daki kiliselere oluk oluk para akıtan AKP iktidarı, şimdi de 3 milyon liraya restore edip ayine açtığı Van’daki Akdamar Kilisesi’ne haç takılması için izin verdi. AKP hükümetinin bütün bu tavizleri akıllara “Sıra Ayasofya’da mı?” sorusunu getiriyor. Siyasiler ve ilahiyatçılar, Ayasofya için de ayin talebi geleceğini ve AKP hükümetinin bu konuda da taviz verebileceğini belirtiyor.

Eylül’de kiliseye asılacak

Van’da bulunan ve Ermeni dünyasında tarihî öneme sahip olan Akdamar (Aghtamar) Kilisesi’ne haç asılması için nihayet izin çıktı. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Akdamar’daki Surp Haç Kilisesi’ne haç asılması için Van Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’ndan karar çıktığını söyledi. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, haberin çok yeni olduğunu ve bu nedenle heüz kamuoyu ile paylaşmaya fırsat bulamadıklarını ifade ederek şöyle konuştu: “Kurul kararı çıktı. Çok yeni bir haber. Hatta Van Valisi Münir Karaloğlu kararı kamuoyuna duyurmamı rica etti ama ben bu arada Yunanistan’a gittim.Yunan basınına söyledim. Haçın şekliyle ilgili bilimsel inceleme yapıldıktan sonra Eylül ayında yapılacak âyin öncesinde kiliseye asılacak.”



Ermeniler sevindi

Karara sevinen Türkiye Ermenileri Ruhanî Meclis Başkanı Başpiskopos Aram Ateşyan, konuya ilişkin kendilerine herhangi bir bilgi gelmediğini belirterek şöyle dedi: “Maalesef merkez ve muhatap patrikhane olduğu halde, kilisenin âyine açıldığını bildiren bakanlık yazısı elimize gelmedi. Tabii ki kilisenin âyine açılması gibi haç konulması da bizi sevindirir. En azından o yörede adı müze de olsa bizim için kilise olan ibadethanenin tepesinde haç olmuş olur.”

Ermeniler Türk bayrağını yaktı

Ermenistan’ın başkenti Erivan’da sözde “Ermeni soykırımı”nı anmak amacıyla tören düzenlendi. Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan ve çok sayıda bakan ile milletvekilinin katıldığı törende, Erivan’daki sözde “Soykırım Anıtı” ziyaret edildi.

24 Nisan sözde soykırım gününü anmak üzere Ermenistan’ın başkenti Erivan’da düzenlenen törenler, milliyetçi Ermenilerin Türkiye aleyhindeki gösterilerine sahne oldu. Göstericiler, Türk bayrağını yaktı; binlerce Ermeni “soykırım anıtı”na koştu.

Türkiye aleyhtarı gösterilerin başını çeken bir Taşnaksütyun üyesi, Erivan ile Ankara arasındaki yakınlaşmayı protesto etmek için bayrak yaktıklarını söyledi.

TÜRK BAYRAĞINI BÖYLE YAKTILAR

Sarkisyan, sınır kapısı açılmazsa Türkiye’ye gitmem

MUŞ’TA ERMENİ ZULMÜ

Muş ahalisinden Mehmet Resul’un yeminli ifadesi:

Ben asker olarak harpte bulunuyordum. Aldığım yaradan ötürü Bitlis’e doğru çekilen birliği takip edemediğim gibi, yaralı ve sakat üç erle birlikte geri kaldık. Az sonra Rus kazaklarının öncüleri olan Ermeniler yanımıza geldiler. Arkadaşlarımızdan Harputlu Hüseyin adındaki erin gözlerini çıkararak, “Kalk bak, Türk askeri geliyor mu?” dediler. Sonra zavallıyı kurşunlayarak şehid ettiler.

Diğer erin sağ yanından derisinin bir kısmını yüzerek çanta şekline koydular. Bu Zavallıya da, “Elini sok, bu çantada padişahınızın parası var mı?” diye işkenceye başladılar, sonra şehid ettiler.

Üçüncü arkadaşımızı yere yatırıp tenâsül aletini kestiler; sonra ağzına koyarak, “Bu boruyu çal, size Osmanlı askerinden yardıma gelsin!” yollu hakaretlerden sonra, onu da şehid ettiler. Artık sıra bana gelmişti. Bu alçaklıkları yapanlar bana yabancı gelmiyorlardı. Yüzlerine baktım, içlerinden üçünü tanıdım. Bunlardan birisi Muş Ermenilerinden ve Çıkar mahallesinden Keşiş oğlu Aram. İkincisi yine Muş’un Yaş mahallesinden Bağdasar Körük oğlu Alkesam, üçüncüsü yine ayni mahalleden Avukat Herant Efendi oğlu Herant idi.

Bunlar beni bir dereye götürdüler. Yaktıkları ateşte tüfeklerini, şişlerini güzelce kızdırdıktan sonra yirmi dört yerimden dağladılar. Yalvarmalarıma, bağırıp çağırmalarıma, sızlanmalarıma asla kulak vermiyorlardı. O sırada birkaç Rus askeri yetişti. Bunlardan birisi beni ölümden kurtardı. Bu asker gizlice kulağıma Rusya’daki müslümanlardan olduğunu söyledi.

Artık Rus, Kazak ve Ermeni çeteleriyle birlikte Bitlis’e doğru yola çıktık. Yolda kaçak kafilelerine, ordunun arkasından göçen zavallılara rastladık. Ermeniler, bu müafaasız kadın ve çocuklarla, zavallı ihtiyarlara şiddetle saldırıyor, yürekler parçalayıcı, insanlık dışı vahşilikle zavallıları katlediyorlardı. İçlerinden Muş’un Ziyaret köyü ahallisinden olduğunu tanıdığım bir Ermeni ile altı arkadaşı, altı müslüman kızını getirdiler. Bunları rükû’a varacak şekilde çırılçıplak durdurdular, sonra iffetlerini kirletmeye başladılar. Bir taraftan bu çirkin ve insanlık dışı işi yapıyorlar, bir taraftan da, “Bundan sonra müslümanlara böyle namaz kıldıracağız!” diyorlardı.

Biz ordan ayrıldık, Tel köyüne vardık. Orada üç gün kaldık. Bu üç günde evvelce beni kurtarmış Tatar Abdulmelik ekmek verdi. Üçüncü gün, artık yardım edemiyeceğini, zira bir müslüman himaye ettiği anlaşılırsa şiddetli ceza göreceğini söyledi. Bu sebeple başımın çaresine bakmam lâzım geldiğini anlattı.

Gecenin karanlığından faydalanarak oradan kaçtım. Şafak sökerken Kızanan köyünün karşısındaki tepeye yetiştim. Köyden feryad ve figanlar işitiliyordu. Ermeni çeteleri bir taraftan köyü ateşe vermişler, diğer taraftan katliâma girişmişlerdi. Oradan da kaçtım. Birçok tehlikeler atlattıktan sonra muhacirlerle birlikte geri çekildik. (8)

VAN’DA ERMENİ ZULMÜ

Van jandarma alay komutanının Raporu:

Çarıksır köyünde bir çocuğun kuzu gibi kızartılarak bir süngü üzerinde direğe iliştirildiğini birçokları yeminle söylemişler cesedin kalıntılarını göstermişlerdir. Ahorik ve Avzerik köyleri arasında elleri bağlı ve karınlarına sokulmuş tenasül aletleri kesilerek ağızlarına sokulmuş dört Türkün cesedi bulunmuştur.

Kavlık Köyünde 7 yaşındaki Fatma ve 5 yaşındaki Gülnar adlarında iki kız çocuğunun iki taraftan kirletilmiş oldukları, ve bu bu kötü hareketin sonucu her ikisinin de sakat kaldıkları görülmüştür. Bugün bu zavallılar Ermeni mezaliminin canlı bir timsali olarak yaşamaktadır. Yine bu köyde 70 yaşından fazla Ali adında bir ihtiyarın, çene kemiklerini süngülerle kırarak, kesip ağzına koymuşlardır. Bunu Van’ı geri alan Türk ordusunun ileri gelen subayları gözleriyle görmüşlerdir.

Ahtoci Köyünde Kemo adındaki şahsın Zeliha isimli eşi tandır başında ekmek pişirirken, Ermeniler Zeliha’nın altı aylık çocuğunu ateşe atarak pişirmişler, zorla annesine yedirmek istemişler; zavallı annenin reddetmesi üzerine, kadının bir bacağını ateşe sokarak yakmışlardır. Bu gün bu zavallı kadın yaşıyor. Gördüğü bu korkunç zulmü anlatırken yürekler tırmalayıcı feryat ediyor. Bu zavallı kadının hikâye ve feryadına katılmamak için taş veya demirden yürek gerekiyor.

Yine bu köyde Ermeniler birçok Türk çocuğunu tezek yığınları arasına koyduktan sonra tezekleri ateşlemişler; bu zavallı masum yavruları diri diri yakmışlardır ki, durum yerinde yapılan inceleme sonucu kalıntılardan anlaşılmıştır. (9)

ESMA NİNE ANLATIYOR

Molla Kasım köyünden 95 yaşındaki Esma Hanım yaşadığı faciayı hafızasında kalan kırıntılarla şöyle anlatıyor:

Ermeniler, Molla Kasım köyünü yerle bir ettikten sonra Zeve’ye gittim. Zeve çayını geçemedim, beni atla gelip aldılar. Zeve’de toplu halde bulunan kadınların tamamını Ermeniler bir dama koyduktan sonra, yere oturulmasın diye su ile doldurdular. Yarı belimize kadar su içinde kaldık. Sonra erkekleri ayırıp götürdüler. Onları başka bir damda diri diri yakmışlar. Ermeniler, 15 yaşından küçük çocukları da bir tarafa ayırdıktan sonra süngüleyerek katlettiler. Kadınları da gruplar halinde Van’a götürdüler.

Bir çocuğumu, gözümün önünde koyun boğazlar gibi boğazladılar. Bir Ermeni, komşumuz Firdevs hanımın oğlunu ayağının altına alıp, iki bacağından ayırarak iki parça edip şehid etti. Ermeniler o kadar çok müslüman boğazladılar ki, akan kanlar koskoca tandırları doldurdu. En son Rus ordusunda vazifeli bir Tatar bu korkunç faciaya son verdi.

Ermeniler, esir ettikleri müslüman kadınları iki sıra halinde aralarına alıp türkü söyleyerek, tef çalarak götürüyorlar; ikide bir; “Korkmayın sizi Van valisi Cevdet Paşa’ya götürüyoruz Cevdet paşa size pilâv ikram edecek!” diyorlardı. Sonra koro halinde: “Cevdet Paşa et temâşa / Gelinlerin oldu matuşka! (fahişe demek)” diyorlardı.

Molla Kasım köyünden Şeyh Selim Efendinin gözlerini oyduktan sonra şehid ettiler. Gene Molla Kasım köyünden Müslim amcayı öldürdükten sonra, cesedini namaz kılıyor gibi bir duruma soktular, İslâmın dini ve imânına küfür ettiler, alaya aldılar.

Ermeniler, bir taraftan erkekleri öldürüyorlar, sonra da: “Korkmayın, size bir şey yok! Onları Rusya’ya para kazanmaya gönderiyoruz.” yalanını gözümüzün içine bakarak söylüyorlardı. (10)

ZEVE’DE ERMENİ KATLİAMI

Kıymet Başıbüyük, Zeveli annesi Hediye hanımdan naklen bu faciayı şöyle anlatıyor:

Seferberlik ilân edilir edilmez Van halkı muhacir olmaya başladı. Zeve ve çevresindeki köyler muhacir olmadılar. Buna sebep olan zeve ve çevresindeki köyler ve muhtarı Süleyman çavuştur. Çünkü muhtar köylüyü toplayıp, “Buradan muhacir olup gitmeye hiç lüzum yok! Ben Ermenilerle kardeş oldum, (!) size bir şey yapmazlar.” diye teminat verdi.

Bu söze inanarak köyü terk etmedik. Sonra Vandaki Ermenilerin ortalığı kana buladıklarını, her tarafı yakıp yıktıklarını duyduk. Ermeniler binlerce müslümanı kesmeye başladılar. Van’ı terk etmeyen hasta, yaşlı, çocuk ve kadınları asıp kesmeye, bir kısmını da çaylara, kuyulara atmaya koyuldular. Sıra bizim köylere gelmişti. O sırada komşu köylerin ahalisi bizim köyde toplandı. Her köyün en az 400-500 nüfusu vardı.

Ermeniler, bir sabah köyümüzü ateşe tuttular. Zeve’de toplanmış müslümanlar, cephaneleri bitinceye kadar köyü müdafaa ettiler. Türklerin cephaneleri bitince Ermeniler köye girdiler. Korkunç facia bundan sonra başladı. Önce Ermenilerle kardeş olduğunu söyleyerek halkın göç etmesine engel olan Süleyman Çavuş’u yakalayıp, korkunç şekilde şehid ettiler. Ermeniler, hamile kadınların karnını yırtıp çıkardıkları çocukları süngülerinin ucuna takarak annelerine gösterdiler.

Kızların ve kadınların kollarındaki bilezikleri almak için çok kolay bir usul buldular. Kasaturalarıyla kızların ve kadınların kollarını kesiyor, sonra bilezik ve yüzükleri çıkarıyorlardı.

Ben, annem ve 20-30 kadar köylü kadını ve çocuk Sultan Hacı Hamza’nın türbesine sığındık. Ermeniler bizi öldürmek için türbeye gazyağı ve benzin serptiler ve ateşlediler. Türbe yanmadı. Kazma kürekle türbeyi yıkmak istedilerse de, yıkamadılar. Hayret ve şaşkınlık içinde, “Yahu bu mutlaka bizdendir.” diyerek gittiler.

Biz oradan çıktık. Çıktığımızı gören Ermeniler üzerimize hücum ettiler. Bu sefer köyün köpekleri bizi kurtardı. Köydeki köpekler insan cesedi yiyerek kuduz olmuşlardı. Her tarafa saldırıyor, köye hiç kimseyi yaklaştırmıyorlardı. Bir zaman köpekler bizi korudu. Sonra Ermeniler köyü işgal ettiler. Biz yine katil ve canavar Ermenilerin eline düştük. Bir hafta sonra Ruslar bizi alıp aç, susuz Van’daki Ermeni kışlasına götürdüler.

Rus Kırgız muhafızlarına, yiyecek bulmak için bizi serbest bırakmaları için yalvarıyorduk. Kısa bir zaman kışlanın yanına çıkınca, hayvanlar gibi söğüt yapraklarına üşüşüyor, bir yandan çabuk çabuk bu yaprakları yerken, diğer yandan etek ve ceplerimizi dolduruyorduk. Aç midelerimize bu acı söğüt yaprakları, bal gibi tatlı geliyordu.

Böylece günler geçti. Sonra Ruslar bizi serbest bıraktılar. Tarlalara dağıldık, ektik, biçtik. Değirmen gösterdiler buğdayları öğüttük. Türk askerinin görünmesiyle tam ve gerçek hürriyete kavuştuk. (11)

ERZURUM’DA ERMENİ ZULMÜ

Ilıca’da kaçamayan Türklerin hepsinin öldürüldüğünü ve kör baltalarla enselerinden kesilmiş bir çok çocuk cesetleri gördüğünü Erzincan’dan Erzurum’a dönüşünde bizzat başkomutan Odişelidze söyledi. Ilıca katliamından üç hafta sonra 11 Mart 1918 pazartesi günü ordan dönen yarbay Griyazmof gördüklerini şöyle anlattı:

“Köylere giden yollarda uzuvları tahrib edilmiş bir çok cesetlere rastladım. Her geçen Ermeni bu cesetlere bir kere söğüp tükürüyordu. 25-30 metrekarelik cami avlusuna iki arşın (141 cm) yüksekliğinde cenaze yığılmıştı. Bunların arasında her yaşta kadın, erkek, çoluk çocuk ve yaşlılar vardı. Kadın cesetlerinde zorla ırza geçme halleri pek belli bir halde idi. Birçok kadın ve kızların tenasül yerlerine tüfek fişeği sokulmuştu.

Alaca menzil komutanlığı müteahhidi olan bir Ermeni 12 Mart 1918′de yapılan vahşilik üzerine şunu anlattı: Ermeniler bir kadını canlı olduğu halde bir duvara çivilemişler; sonra kalbini oyup başının üstüne asmışlar.

Erzurum’da Rus topçu subaylarından Gürcü asıllı teğmen Midvani şöyle bir olaya tanık olduğunu anlattı: Bir Ermeni, arabacılardan bir müslümanı vurmuş, fakat öldürememiş, sırt üstü düşmüş. Ermeni elindeki sopayı, can çekişen müslümanın ağzına sokmak istemiş. Dişleri kilitlenmiş olduğundan sopayı ağzına sokamayan Ermeni, müslümanın karnını tekmeleye tekmeleye öldürmüş. (13)

30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesinden sonra Türk Ordusu Kars ve çevresini terk ederek 1877-1878 Türk-Rus savaşı sonrası çizilen sınırın batısına çekilmişti. Bu bölge tekrar Ermeni cellatların ellerine bırakılmış oldu. Bağımsız Ermenistan devletine bağlı çeteler iki yıl boyunca çeşitli zulümler yaptılar. Nihayet Kâzım Karabekir Paşa komutasındaki Türk ordusu 30 Ekim 1920′de Kars’ı, 12 Kasım 1920′de Iğdır’ı Ermenilerden kurtardı. 3 Aralık 1920 günü Ermenistan’la Gümrü anlaşması imzalandı.

Mondros Mütarekesinin 7. maddesine dayanarak Uzlaşma Devletleri Anadolu’nun her bir tarafını işgale başlamışlardı. Güney illerimiz (Urfa, Antep, Maraş, Adana) önceleri İngilizler tarafından işgal edilmiş ve daha sonraları ise Fransızların denetimine geçmişti. Ermeniler bu bölgede de, Fransızların himayesinde zulüm ve katliamlarını sürdürdüler.

ADANA’DA ERMENİ ZULMÜ

Vanlızade Nihat anlatıyor:

Fransızlar, Ermenilerle iş birliği halinde vesileler icat ederek Türkleri öldürüyorlar; para ve mallarını yağmalıyorlardı. Ermeni kilisesi kasaphane (maktel) olmuştu. Köşe bucaklarda, ıssız yerlerde yakaladıklarını sürüyerek kiliseye götürürler, işkenceler içinde canını alırlardı. Bu gibi facialar bir taraftan devam ederken diğer taraftan Fransızlar sorgusuz sualsiz masum Türkleri Kumlukta Hacı Ali tekkesinde kurşuna dizerlerdi. Rahmetli babam eski sarayda oturuyordu. Güpe gündüz evini bastılar. Bütün ev eşyasını aldıktan sonra depodaki çenberli pamuklarını da götürdüler.

Ermeni çeteleri ansızın çiftliğimize baskın yaptılar. Hazırladığımız bütün malları, ne var ne yok, yataklarımıza varıncaya kadar alıp arabalara yüklediler. Hayvanlarımızı da önlerine katıp, bizim üçümüzün elini kolunu sıkı sıkıya bağlayıp, Şahin Ağa kilisesi köyüne sevk ettiler. Burası mahşerden bir nümune idi. Binlerce Ermeni ile dolmuştu. Çeteler, dişinden tırnağına kadar çapulcu, yağmacı Ermeniler burada mevcuttu. Bizi hay u huyla karşıladılar. Binbir çeşit yakası açılmadık küfür ve hakaretler içerisinde, çete başı Sivaslı Kireççi Agop’un önüne çıkardılar. Gayet terbiyesiz bir biçimde bizden para istedi:

“–Sakladığınız yeri gösteriniz, aksi takdirde başınıza çeşitli işkencelerle ölüm gelecektir!” dedi.

Varımız olan 17 altun lira ile 637 banknotumuzu daha önce elimizden almışlardı.

“–Bir şeyimiz kalmadı ki verelim; verecek paramız yok!” der demez, öldüresiye bir dayak atıp beni merdivenden aşağıya tekmelerle yuvarladılar. Kahkahalarla halimizi seyr edenler arasında, Adana’nın zengin ileri gelen Ermeni tüccarlarından Kalasyan ile Bızdıkyan ve Kasparyan’ı gördüm.

Babamı çırıl çıplak ederek bir çukura götürdüler. Aşıkyan fabrikasında çalışan İstepan adındaki Ermeni, belinden çıkardığı 60 cm. uzunluğundaki kamayı babamın sağ böğrünün karaciğer nahiyesine sapladı. Kelime-i şehadet getiren babama kızan kaatil peygamberimize küfür etti. İkinci darbeyi de aynı bıçakla boynunun sağ tarafına indirdi. Rahmetli babamın başı göğsüne sarktı, şehid olarak gözlerini kapadı.

Babamın ayaklarına bir ip takarak takur tukur sürükleyip kör bir kuyuya cesedini attılar. Tüyler ürpertici bu manzara, hemen beş metre uzağımda cereyan etti. Facianın dehşetinden kanım dondu. Şimdi sıra bana gelmişti. Perişan halimde yanıma geldiler. Beni de anadan doğma soyundurdular. Üzerime bir teneke gaz yağı döktüler. Bir elinde kibrit, diğerinde kutusu olan Ermeni üzerime geldi. Dedi ki:

“–Siz çok zenginsiniz, çok paranız olduğunu biliyoruz. Üzerinizden çıkan para ile bizi aldatamazsınız. Eğer paranın yerini söylemezseniz, babanın akıbetini gördün, seni de diri diri yakacağız. Çabuk söyle, böyle bir ölümden kendini kurtar!”

Diri diri yakılıp ölmenin çok feci olduğunu düşünerek vakit kazanmak maksadıyla:

“–Evet, çok paramız var, hem de heybe dolusu… Bunların yerini çiftlikte size göstereceğim!” dedim.

Derhal gazlı vücuduma elbisemi giydirdiler. Çete başının yanına götürdüler. Çete başının verdiği emir de, derhal çiftliğe gidilmesi, paralar alındıktan sonra geri dönülmesi idi. Verdiğim cevapta:

“–Bu çok yanlış bir emirdir. Paralar samanlıkta gömülüdür. Samanlığı boşaltmak, gömülü yeri açmak hayli vakte bağlıdır. Burası akşam olur olmaz Türk çetelerinin at oynattığı ve etrafı gözettikleri bir yerdir. Şimdi vakit akşam, nerede ise güneş batmak üzeredir. Biz oraya gidip işe başladığımız zamanda, behemehal Türk çeteleri gelecek, iki taraf arasında şiddetli bir çarpışma olacaktır. Ben belki bu çarpışmalarda ölebilirim. Sizin elinize para geçmediği gibi, bir hayli zayiata maruz kalabilirsiniz. Beni öldürseniz bu saatte çiftliğe ayak basmam!” dedim.

Çete başı bu düşüncemi haklı buldu. İşi yarına bıraktı. Beni üç nöbetçinin nezareti altında bir odaya soktu. Köyün etrafına da nöbetçiler kondu. Çeşitli yerlere de gözcüler dikildi. İlk işim kolay ölümün çaresini aramaktı. Yarın çiftliğe gidip kendilerini aldattığımı anlarlarsa, kim bilir bana nasıl işkenceli bir ölüm tatbik edecekler. Bunları düşündükçe tüylerim diken diken oluyordu.

Altının, çuval dolusu banknotların neşesi içinde, çeteler yaptıkları günlük mezalimi iftiharla çete başına anlatıyorlardı. Yeğenim Tahsin’in Taşcı’da cesedinin kuyuya atıldığını, Zağarlı, Kamışlı, Yalnızca, Mıhıllı köylerinin tamamen yakıldığını, buralarda ellerine geçenleri ve Yalnızca’da Afganlı müslüman bekçinin, Aşık Kâhya’nın, Zağarlı’dan Sağır Sait’in ve berber Mahmut’un kız kardeşleriyle birlikte çocuklarının, Şahin Ağa kilise köyünden Deli Kerim’in, Gök Mehmet’in karısı Emine’nin, Veysel’in karısı Emine’nin ve daha isimlerini hatırlıyamadığım elli kadar Türk’ün, çeşitli işkenceler içinde nasıl öldürüldüklerini kahkahalarla anlatıyorlardı.

Geç vakte kadar içtiler, hepsi de sızdı. Yediğim dayaktan, yarın karşılaşacağım felaketten yerimde oturamıyordum. Kurtulmak değil kolay ölmek istiyordum. (14)

Fransızların ve Ermenilerin zulmü Maraş’ta halkın ayaklanmasına sebep oldu. Yirmi gün süren şiddetli çarpışmalardan sonra 11 Şubat 1920′de Maraş kurtarıldı.

Daha sonra 20 Ekim 1921′de Fransızlarla Ankara Antlaşması imzalandı. Fransızlar güneyde işgal ettikleri yerleri boşalttılar. Sadece Adana bölgesinden 120.000 Ermeni Suriye’ye kaçtı. 30.000 kadarı da Kıbrıs, Mısır, Adalar ve İstanbul’a gitti.

SONUÇ:

Yukarıda yazdıklarımızdan da anlaşılacağı üzere isyan eden Ermenidir, zulmeden Ermenidir, katliam eden Ermenidir. Mazlum ve mağdur olan, yüzbinlercesi katledilen, tecavüze uğrayan, yerinden yurdundan sürülen mâsum Anadolu müslümanıdır. Fakat Ermeniler bir asırdır yaygara yapmakta, basın, yayın ve propaganda yoluyla dünyayı aldatmağa çalışmakta; haçlı ruhuyla hareket eden bazı devletler de onlara destek olmaktadır.

Soykırım iddiasına gelince; 1914 nüfus sayımına göre Osmanlı topraklarında yaşayan Ermeni sayısı 1.300.000′dir. Bunun 525.000′i işgalci Ruslarla beraber Rusya’ya göç etmiştir. Amerika, Suriye, Yunanistan, İran, Lübnan vs. ülkelere göç edenlerin sayısı da 582.000′dir. Toplam 1.107.000 Ermeninin göç ettiği anlaşılmaktadır. Türkiye’de kalan 50.000 civarındaki Ermeni’yi hesaba katınca, Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında, Ermeni isyanları ve göçler esnasındaki toplam Ermeni kaybının 143.000 civarında olduğu anlaşılır. Halbuki aynı dönemde, aynı bölgelerdeki müslüman ahalinin kayıpları 1.400.000′i bulmaktadır. (15) Yâni esas soykırıma uğrayan müslümanlar olmuştur.

(1) Türkiye’nin Siyasi Tarihinde Ermeniler ve Ermeni Olayları, Halil Metin, M. Eğitim Yayını, İstanbul 1997, s. 16

(2) Türkiyenin S. T. E. ve E. O. s. 87-93

(3) Türkiye Tarihi, Yılmaz Öztuna, c. 7, s. 180-181

(4) Tarihte Ermeni Mezalimi ve Ermeniler, Mehmet Hocaoğlu, İstanbul 1976, s. 275-276

(5) Tarihte E. M. ve Ermeniler, s. 478 – 480

(6) Türkiye Tarihi, Yılmaz Öztuna, c. 7, s. 227

(7) Türkiye’nin S. T. E. ve E. O. s. 129-131

(8) Tarihte E. M. ve Ermeniler, s. 720-721

(9) Tarihte E. M. ve Ermeniler, s. 723

(10) Tarihte E. M. ve Ermeniler, s. 733-734

(11) Tarihte E. M. ve Ermeniler, s. 735-736

(12) Türkiyenin S. T. E. ve E. O. s. 146-147

(13) Tarihte E. M. ve Ermeniler, s. 764

(14) Tarihte E. M. ve Ermeniler, s. 704

(15) Türkiyenin S. T. E. ve E. O. s. 28, 157


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder