Sayfalar

PUSULA-2023

7 Şubat 2010 Pazar

30 AĞUSTOS VE KAHRAMAN TÜRK ORDUSU














30 Ağustos deyince, tabii, akla hemen Türk ordusu geliyor. Türk ordusunu düşününce de, insan, ister istemez geçmişin derinliklerine giderek bir savaşlar destanını gururla hatırlıyor.

Tarihimiz her şeyden önce bir kavgalar tarihidir. Eşsiz kahramanlıklarla, kumandanlık sanatının şaheser örnekleriyle dolu bir kavgalar tarihi ve tarihin seçkin ordusunun destanı…

Türk ordusunun ne zaman kurulduğunu, daha doğru bir deyimle, Türk savaşçılarının ne vakit ordu haline geldiğini, kesin olarak bilmiyoruz. Tarihin aydınlığına çıktığımız zaman ordumuz vardı. Hem de ne ordu?...Destana “Oğuz Han” diye geçen büyük imparatorumuz Tanrıkut Mete yahut Motun’un yarattığı o bulunmaz ve yenilmez ordu… Tanrıkut Mete, disiplinin bir ordu için yiğitlikten de üstün olduğunu anlamıştı. Tarihin en disiplinli ordusunu bu düşünceyle kurdu ve askerlerine öyle bir ruh aşıladı ki ne buyruk verse körükörüne yapılıyordu. O kadar ki, Tanrıkut buyruğu verdiği için servetleri olan atlarını ve sevgilileri olan nişanlıları ile evdeşlerini hedef yaparak vurmaktan çekinmediler.
Bugünün yumuşamış insanları, şüphesiz, böyle bir şeyi yapamaz ve yaptıramazlar. Fakat az kuvvetle çok iş yapmak, büyük devlet kurmak ve millet yaratmak isteyenlerin felsefesi de pörsük bir ruha dayanamaz. Tanrıkut Mete, Türk milletinin edebi disiplinini kurdu ve bütün dünyaya askeri disiplinin ne olduğunu, neler yapabileceğini gösterdi.
Disiplin, körükörüne itaattır ve körükörüne itaatta en büyük yaratıcı şuur gizlidir. Buhranlı anda, ölümün karşısında, tartışmakla hiçbir güçlük çözülemez. İtaat edilen yanlış karar bile, tartışılan doğru karardan daha verimlidir.
Mete’nin Hunlarının yiğitliğe ve nişancılığa ihtiyaçları yoktu. Lüzumundan çok cesur ve nişancı idiler. Mete, bu meziyetlere disiplini de ekleyerek Türk ırkını edebileştirdi.


Disiplin… Emir vermek gururu ve emir almak sarhoşluğu… Bu sarhoşluk müthiş bir şeydi ve içinde atom enerjisi gibi korkunç bir kuvvet gizlidir.
Hunlar, Tabgaçlar, Aparlar, Gök Türkler, Uygurlar, Karahanlılar ve Selçuklular hep aynı strateji ve aynı taktikle savaşıyorlardı. Ani baskın yapmak; yahut düşman saldırınca çekilmek ve onu üssünden iyice uzaklaştırıp yıprattıktan sonra kesin sonuçlu savaşa girmek. Düşmanla karşılaşınca ok yağdırarak ince ay şeklinde saldırmak, düşman dayanıyorsa yine ince ay biçiminde hızla çekilmek ve çekilirken geriye şaşmaz oklarla atış yapmak.
Bu ince ay, kovalarken de, kaçarken de düşmanı kıskaç içine almaya daima hazır bir metottur ve çok kere kapanarak onu yok etmiştir.
Savaş, bozkırların bir hayat felsefesi olmuştur. Henüz İslamiyet doğmamıştır ve Türkler ebedi cenneti henüz bilmedikleri gibi şehitlerin cennete gideceklerinden de haberleri yoktur. Öyle olduğu halde savaşta ölmeye can atarlar, evde ölmekten utanırlar, böyle bir ihtimal karşısında benizleri sararır.

Böyle bir orduyu elbette yenemezsin. Yok edebilirsin, fakat mağlup, asla!...

Babadan oğula askerliğin, iyi savaşçı yetiştirdiği muhakkaktır. İnsan hayatında işbölümü gelişip toplum daha çapraşık bir durum alınca, Türkler de Tımarlı askerliği kabul ettiler. Bu daimi bir ordu demekti ve yüzyıllar boyunca çok verimli sonuçlar doğurdu. Tımarlı asker bir toprağın sahibi idi. Toprağın gelirini alıyor, fakat daima savaşa hazır bulunuyordu. Ölünce yerine oğullarından en iyisi geçiyordu. Osmanlıların, bir muamma ve mucize gibi görülen ilk fetihlerini, küçük toprak aristokrasisi bu Tımarlı ordu yaptı.
Mete’nin, büyük bir askeri felsefenin kurucusu olduğunu zaman ispat etti. Türk ordusu, Mete’nin prensiplerine sadık kaldığı müddetçe yenilmedi, yenilse de hemen toparlanmasını bildi. Mete’nin prensiplerinden uzaklaşınca bozgunlar kendini gösterdi.
Askerlik, fedakarlık ve feragat mesleğidir. Asker, şahsi kaprislerinden de feragat edecektir. Kumanda aldığı zaman bunu kayıtsız şartsız uygulayamayan insan, asker olamaz. Bu itaatta eşsiz bir güzellik vardır. Hoşuna gitmeyen şey karşısında herkes direnir. Bunu, en seviyesiz insan, hatta hayvan da yapar. Fakat hoşuna gitmeyi düşünmeden; zevkini, arzusunu, fikrini büyük bir prensip uğruna feda edebilen insan, en üstün insandır. Tarihimizde, disiplinin bozulduğu zamanların cezasını bozgunlarla ödedik. Son devrimizde ise, disiplinsizlikten başka yeni bir mikropla zehirlendiğimiz oldu: Siyaset! Bunun nasıl bir mikrop olduğunu ve neye mal olabileceğini Balkan Savaşı göstermiştir. Bütün dünyanın, Balkanları birkaç ayda perişan edecek sandığı Türk ordusu, subay kadrosuna giren siyaset mikrobu yüzünden korkunç bir bozguna uğradı. Siyasetin, nasıl kemirici bir mikrop olduğunu anlamak için 1913’te Balkanlılara yenilen bir ordunun, 1914-1918’de İngiltere ve Fransa gibi o zamanın şampiyonları karşısındaki şerefli ve destani savaşlarına bakmak yeter.
Çekirdek silahların ortaya çıktığı zamanımızda, askerliğin değeri kalmış mıdır diyenler var. Bunlar kasıtlı bozgunular değilse, karamsar gafillerdir. Askeri ruha sahip bir millet, aklın gerektirdiği şekilde hazırlanmışsa, birkaç atom bombası ile yenilmesine imkan yoktur. Küçük İsveç, atom silahları olmadığı halde atom savaşına hazırlanmıştır. Sığınaklarla, atom savaşı eğitimi ve gerillacıları ile…
Çekirdek silahlı düşmanın saldırısına uğrayan Türk ordusu ne yapar? Kendisinin de aynı silahları varsa mesele yok. Aynı cinsten silahları yoksa, dağlara ve mağaralara dağılarak tarihin en şanlı ve kanlı, en uzun ve çetin savaşını yapar.
İngilizler, Fransızlar Çanakkale’ye saldırdığı zaman, o üstün silahlar karşısında, o maneviyat ve o eğitim karşısında, Balkan Savaşı’ndan çıkmış Türk askerinin bir şey yapamayacağından emindiler. Hatta Türk ordusundaki Alman subayları da aynı düşüncede idiler. Fakat Enver Paşa’nın sıkı disiplini ile bir buçuk yılda hazırlanan ordu, yetişkin ve fedakar subayların kumandasında, bire karşı iki ölerek, onları durdurup kaçırdı. Çünkü ruhlarını zafer inancı sarmıştı. Fakat ruhlarında zafer inancı olmayan Fransızlar, Majino’nun arkasında oldukları halde Alman saldırışı karşısında 12 günde yere serildiler.


30 Ağustosu anarken, bir inanç gücünün kazandırdığı zaferi düşünüyor ve ona başlangıç olan 26 Ağustosu da hatırlıyoruz. 26 Ağustos, 40.000 kişinin 100.000’i darmadağın ettiği başka bir inanç savaşının Malazgird’in de yıldönümüdür. Ve doğrusunu isterseniz, Türkiye Türklerine yakışan asıl bayram 26-30 Ağustos günlerinin bayramıdır.
30 Ağustosu anarken, onun şehitlerini ve bütün savaşların şehitleri olan elli milyon kahramanı kutluyoruz. Milletimizin özü olan ordumuzu ve onun şeref tablosunu düşünüyoruz. Subaylarımızın Tanrıkut Mete ordusu subayları kadar çelik iradeli olmasını diliyoruz askerliğin zorlaştığı çağımızda, subay ve astsubaylarımızın daha çekirdekten yetişmesini istiyor, bu sebepten askeri okullarımızın kapatılması yolundaki hareketleri üzüntüyle karşılıyoruz.

Hayat savaştır. Ölümden korkanlar yaşamasın. Bayraklar, nasıl kanlandıkça bayrak oluyorsa, toprak nasıl kanla sulandıkça vatan haline geliyorsa, toplumlar da ölmesini bildikleri nisbette millettirler. Ölümden ancak hayvan ve hayvanlaşmış insan kaçar. Ölümlerin en güzeli ise, yurt ve şeref uğrunda ölümdür. İçimizi sızlatan şehitlerimiz aynı zamanda övüncümüz ve sevincimizdir de…
Bu yazı, Türkçülerin, Türk ordusuna, onun elli milyon şehidine ve yarınki şehitlerine saygı duruşudur.

Zulmün topu var, güllesi, kal'ası varsa,
Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır.
Göz yumma güneşten, ne kadar nuru kararsa,
Sönmez edebî her gecenin gündüzü vardır.

Hüseyin Nihâl Atsız, Milli Yol Dergisi, 31 Ağustos 1962, Sayı: 31
TÜRK ORDUSUNUN İFTİHAR LEVHASI

Cihan tarihinde en çok savaşan millet Türkler olmuştur. Bu savaşların bir listesini çıkarmak, bilhassa eski zamanlar için, güçtür. Denilebilir ki 15. asırdan önceki Türk tarihi mütarekesiz bir savaştan ibarettir.Onun için ben burada yalnız Türkiye'yi, o da Osmanlı hanedanı zamanında, aldım. Aşağıdaki liste Türk Ordusunun belli başlı savaşlarını gösteriyor. Bunlardan italik harflerle yazılmış olanlar bizim yenildiğimiz savaşlardır. Ötekilerse çoğunda yendiğimiz ve pek azında müsavi ehemmiyetsiz sınır kavgalarını almadım. Savaşların da (93 harbi), (Balkan harbi) gibi hususi isimleri yerine hangi millet ve devletlerle yapıldığını gösterdim. Artık bu listeye bakarak Türk çocukları kimin dost, kimin düşman olduğu hakkında hükümlerini versinler.
Yıl Müttefik. Düşmanlarımız Savaşların Adı
1364 Sırp-Macar-Romen (Eflak ve Boğdan) Sırp Sındığı
1364 Rum Biga'nın Zaptı
1365-1375 Rum Yanbolu, Vize, Kavala, Drama havalisinin Zaptı
1389 Sırp-Macar-Boşnak-Romen Kosova Meydan Savaşı
1391 Rum İstanbul muhasarası, Selânik ve Yenişehir taraflarının Zaptı
1395 Macar, Fransız, Alman, İngiliz, Çek, İtalyan, İskoç, Romen Niğbolu Meydan Savaşı
1422 Rum İstanbul'un Muhasarası
1422 Romen (Eflak) Tazminat alınarak sulh
1423 Rum Arnavut
1428 Macar-Sırp
1430 Rum-İtalyan (Venedik) Selâniğin Zaptı
1433 Sırp -
1437-1444 Macar-Sırp-Romen-Leh-Alman
1444 Macar-Sırp-Romen-Alman Varna Meydan Savaşı
1445-1446 Rum Mora Rumları Vergiye Bağlandı
1448 Macar-Romen-Çek-Alman İkinci Kosova Meydan Savaşı
1452-1453 Rum Bizans'ın mahvı ve İlhakı
1454 Rum-Arnavut
1454 Macar-Sırp Sırplar yılda 30.000 duka vergiye bağlandı
1454-1455 Rodos
1455 İtalyan (Ceneviz) Sakız Cenevizleri yılda 10.000 duka vergiye bağlandı
1455-1459 Sırp Sırbistan'ın mahvı ve İlhakı
1458 Rum-Arnavut Şimali Moranın zaptı
1459-1460 Rum-Arnavut Venediğe ait şehirler müstesna olarak bütün Mora'nın zaptı.
1461 İtalyan (Ceneviz) Amasra'nın zaptı.
1461 Rum Trabzon İmparatorluğunun mahvı ve ilhakı.
1462 Romen (Eflak) Rodos'un tahta çıkarılması ve 10.000 duka vergi.
1462 İtalyan (Ceneviz) Midilli'nin zaptı.
1463 Sloven Bosna Krallığının mahvı ve ilhakı.
1463-1479 İtalyan (Venedik) Moradaki Venedik şehirleriyle Arnavutluk ve Ağrıboz ilhak olundu. 100.000 lira tazminat alındı. Yılda 10.000 lira vergiye bağlandı.
1464 Macar
1464-1467 Arnavut
1475 Macar-Leh-Romen (Boğdan)
1475 İtalyan (Ceneviz) Kırım ve civarı sahillerindeki Ceneviz şehirlerinin zaptı.
1479 Macar-Romen (Eflak)-Alman (Sakson) -
1480 Rodos -
1480 İtalyan Zanta, Santamavra adalarıyla Otrant'ın zaptı.
1482 Romen (Boğdan) Kili ve Akkermanın zaptı.
1485-1491 Mısır Tunusluların tavassutuyla ve müsavi şeraitle sulh.
1487 Romen (Boğdan) -
1492-1493 Macar -
1498 Leh -
1498-1502 İtalyan (Venedik) Mora'da son kalan şehirlerin zaptıyla sulh.
1514-1516 İran Çaldıran meydan savaşı.
1516-1517 Mısır Mısır'ın mahvı ve ilhakı.
1520-1521 Macar Belgrat'ın zaptı
1522 Rodos Rodos'un ilhakı.
1526 Macar Mohaç meydan savaşı. Macaristan'ın ilhakı.
1529 Alman Viyana muhasarası.
1532 Alman -
1533-1535 İran Irakeyn seferi.
1537-1540 İtalyan (Venedik) Arnavutlukta bazı kale ve adaların zaptı ve 300.000 lira tazminat alınması.
1537 Alman -
1538 Romen (Boğdan) -
1538 Portekiz Hindistan'da.
1541-1547 Macar-Alman Macaristan'ın öteki kısımlarının ilhakı, Avusturya'nın yılda 30.000 altın vergiye bağlanması.
1548-1549 İran Van vesaire kalelerin zaptı.
1551-1552 Alman -
1552 Aziz Yahya Şövalyeleri Trablus'un Turgut Reis tarafından zaptı.
1553-1555 İran Amasya muahedesi.
1556-1559 Alman -
1562 Alman -
1565 Malta Turgut'un şehadeti.
1565-1568 Alman Siget'in zaptı.
1566 İtalyan (Ceneviz) Sakız'ın zaptı.
1568-1570 Arap Yemen'in fethi.
1570-1573 İtalyan (Venedik) - İspanyol - Papa - Savua - Malta Kıbrıs'ın fethi ve 30.000 duka.
1574 İspanyol Tunus'un zaptı.
1574 Romen (Boğdan) -
1575 Alman-Hırvat Sınır harbi.
1578 Portekiz Fas'ta Krallarıyla birlikte Portekiz ordusunun imhası.
1578-1590 İran Azerbaycan, Gürcistan ve Lûristan'ın zaptı. Ferhat Paşa muahedesi.
1593-1606 Alman Zitvatorok muahedesi.
1603-1612 İran Nasuh Paşa muahedesi.
1615-1618 İran Serav muahedesi.
1620-1621 Leh -
1623-1639 İran Kasr-ı Şirin muahedesi.
1633-1634 Leh -
1641-1642 Rus Azak'ın zaptı.
1645-1669 İtalyan (Venedik) Girit'in zaptı.
1646 Rus Kırım Hanı'nın akınından dolayı Rusların Azağa hücum ve mağlubiyetleri.
1662-1664 Alman Vasvar muahedesi.
1672 Leh Bucaş muahedesi.
1673-1676 Leh -
1677 Rus Cehrin seferi.
1682-1699 Alman-İtalyan-Leh-Rus Karlofça muahedesi.
1710 Rus Prut muahedesi.
1714-1717 İtalyan (Venedik) -
1715-1718 Alman Pasarofça muahedesi.
1722-1728 İran -
1730-1731 İran Ahmet Paşa muahedesi.
1731-1735 İran -
1735-1739 Rus-Alman Belgrat muahedesi.
1742-1745 İran -
1768-1791 Rus Kaynarca muahedesi.
1776 İran -
1786-1791 Rus Alman Ruslarla Yaş, Almanlarla Ziştov muahedesi.
1798-1801 İngiliz-Fransız -
1805-1812 Rus Bükreş muahedesi.
1807-1809 İngiliz -
1827-1829 Rus Edirne muahedesi.
1852-1855 İngiliz-Fransız-Rus-İtalyan-Sardunya Paris muahedesi.
1876 Sırp-Karadağ -
1877-1878 Rus-Romen-Sırp-Karadağ Berlin muahedesi.
1896-1897 Rum (Yunan) -
1911-1912 İtalyan Trablus harbi.
1912-1913 Bulgar-Sırp-Yunan-Karadağ Balkan harbi.
1914-1918 Rus - İngiliz - Fransız - İtalyan - Sırp - Romen - Belçika - Karadağ - Amerikan - Japon - Yunan - Portekiz - Siyam vs... Sevr muahedesi.
1919-1923 Yunan-Ermeni-Fransız Lozan muahedesi.
Türk ordusunun bu hesap defteri bize epey şeyler öğretiyor. Bir defa toparlak hesapla 550 yıllık devirde en aşağı 275 yılın savaşla geçtiğini görüyoruz. Demek ki Türk Milleti son beş buçuk asırda ömrünün tam yarısını savaşta geçirmiş. Bu harikulâde bir neticedir. Çünkü bu kadar çok harpten sonra bir milletin yine zinde ve oldukça kuvvetli olarak yaşayabilmesi âdeta bir mucizedir. Başka hiç bir milletin hayatında bu kadar dövüş yoktur. İngilizlerle Fransızlar arasındaki yüz sene muharebesi bile hakikatte 110 yıldan fazla devam etmiş, fakat ancak bunun yarıdan azı harple yarıdan çoğu da mütareke veya sulhle geçmiştir. Hem de unutulmamalıdır ki yukarıdaki listede yalnız dış harpler vardır. Dahilî isyanlar ve harpler (meselâ bir çok Osmanlı-Karaman harpleri) bu listeye alınmamıştır. 11. asırda bütün İran, Azerbaycan, Irak ve Anadolu'ya yayılan Oğuz Türklerinin 1.500.000 nüfus olduğunu ve bu nüfusun 900 yıldır seferber halde bulunduğunu düşünürsek bu bir buçuk milyon Türk'ten ancak yarısının yerleştiği Anadolu'da bugün en aşağı 10.000.000 Türk'ün bulunması milletimizin hayat kaabileyetine çok parlak bir misal teşkil ettiğini teslim ederiz.
Yukarki liste, son beş buçuk asırlık tarihimizde hemen hemen bütün Avrupa milletleriyle harp ettiğimizi gösteriyor. Gerçi bu liste de İsveç, Norveç, Danimarka, Felemenk gibi milletlerin adı yoktur. Fakat düşünülmelidir ki bizim Alman harpleri dediğimiz savaşlara bütün bu şimal milletleri de yardımcı olarak iştirak etmişlerdir. İsviçre'de de ise bahse lüzum görmüyorum. Çünkü İsviçre bir millet değildir.
Bu milletler arasında Türkler yalnız Ruslarla Acemleri millî düşman olarak tanımıştır. Milattan önceki asırlardan beri bir birine düşman olan Turan ve İran'ın ezelî ve ebedî çarpışması Osmanlılar devrinde da ayrı dinî bir mahiyette devam etmiştir. Türk'ün kılıcına birkaç defa baş eğmek mecburiyetinde kalan hilekâr acemin son asırdaki müdafileri de hemen hemen tamamen İran da yerleşen Türkler olmuştur. İran'la olan 13 harbin biz yalnız 2 tanesinde yenilmişizdir. Ve bizi yenen de Afşar Türkü Nadir Şah olmuştur.
Ruslarla olan çarpışmalarımız da 13 tanedir. Bunun 6 tanesinde Ruslar 6 tanesinde de biz galip gelmişizdir. 1 tanesi müsavi olarak bitmiştir. Ruslar 6 galebelerinin 3'ünde bize karşı yalnız başlarına galip gelmişler, öteki 3'ünü müttefikleri sayesinde kazanmışlardır. Biz ise 6 galebemizden yalnız 2'sini müttefiklerimiz sayesinde elde etmişizdir. Bizim Ruslarla olan çarpışmalarımız yazılmamış bir destandır. Bu milletle olan savaşlarımız onların en kuvvetli bizim en zayıf zamanlarımıza tesadüf ettiği halde yine Türklüğün galebesiyle bitmiştir denebilir. Çünkü cihan savaşındaki Çanakkale müdafaamız Rusya'nın can damarını tıkamış ve onun ölümüne sebep olmuştur. Bununla beraber Türk_Rus mücadelesinin kat'i bir netice ile bittiği söylenemez.
Almanlarla olan harplerimiz bunlardan daha çoktur. Ve bunların en çoğu Türk silahlarının zaferiyle bitmiştir. Almanlar bizi yalnız başlarına hiç bir defa yenememişlerdir.
Bizden daima askerlik dersi alan milletlerden biri de Fransızlardır. Bunlar Osmanlılara karşı yapılan ehlisaliplere iştirak ettikleri gibi Giridi kurtarmak için de yardımcılar göndermişler ve Napolyon kumandasında Cezzar Ahmet Paşadan dayak yedikten sonra son olarak da Çanakkale de ve kurtuluş savaşında cenup cephesinde bizimle aynı acemilik içinde boy ölçüşmüşlerdir. Fransızlar kendilerinin cesur bir millet olduklarını ikide bir ilân ederler. Fakat nedense bizimle olan harplerinde daima bunun aksi sabit olmuş ve Türk askerleri Fransızlarla "kılıçları kısa ama çizmeleri uzun" diye eğlenerek onların yalnız kaçtıklarını güzel bir nükte ile ima etmişlerdir.
Venedik ve Ceneviz adı altında bizden en çok dayak yiyen milletlerden birisi de İtalyanlardır. Romalıların bu şüpheli torunlarıyla 15 savaşımız vardır. Bunun 13'ünü biz, 2'sini onlar kazanmışlardır. Kazandıkları harbi de Almanya, Rusya ve Lehistan ittifakına borçludurlar. Öteki zaferleri ise yalnız 3.000 muntazam Türk askeri tarafından muhafaza olunan Trablus'a yaptıkları saldırıştır. İtalya buraya 60.000 askerle hücum etmiş, sonradan da 60.000 kişi daha sevk etmişti. Biz ise yalnız gizlice bir kaç zabit gönderebilmiştik. Bu 3.000 Türk bir kaç bin arabın yardımıyla İtalyanları tam bir yıl oyaladı. Arkasından Balkan Harbi çıkmasaydı kıyamete kadarda oyalardı. Ve vaziyet öyle göstermişti ki kazara Türkiye ile İtalya arasında kar yolu olsa Türk ordusu muhakkak Roma'ya girerdi. Zaten İtalyanlara Trablus'a saldırmak cesaretini veren de karadan hududumuzun olmaması ve donanmamızın yok denecek halde bulunmasıydı.
Şimdi de gazetelerde okuyoruz: Musolini atıp tutuyormuş. Şarka, Asya'ya genişlemek istiyormuş, filân... Hepimiz biliyoruz ki Musolini efendinin gözü Antalya ve İzmir'dedir. O buraya muhakkak saldıracaktır. Tabiî biz de kendisine lâzım gelen hürmette kusur etmeyeceğiz. Fakat herhalde Musolini efendi umduğunu değil bulduğunu yiyince şaşıracak, afallayıp sersemleyecektir.
Böyle zamanlarda insanın aklına derhal mazi geliyor ve kafamızda 2'ye karşı 13 rakamı derhal 2'ye karşı 14 oluyor...
Yukarki listeyi okuyan Türk çocuklarının 108 savaş içinde yalnız 14 mağlûbiyeti görünce göğüsleri iftiharla kabarabilir. Bugün, düşman ne kadar kuvvetli olursa olsun onu kendi vatanımızda yenmeye Türk ordusu kadirdir.
Evet, bugün tek başına Türk ordusunu yenecek hiç bir ordu yoktur.

Orhun Dergisi, 1934, Sayı: 6

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder