Sayfalar

PUSULA-2023

14 Şubat 2010 Pazar

TEŞKİLATI MAHSUSA VE BATI TRAKYA TÜRK CUMHURİYETİ



Teşkilat-ı Mahsusa Batı Trakya Cumhuriyetini Neden Teşekkül Ettirdi?

Teşkilat-ı Mahsusa ilk olarak 1909’larda şekillenmiştir. Çekirdek anlamındaki Teşkilat-ı Mahsusa 1911’de Bingazi’de Enver Paşa komutasında bağımsız birliklerle İtalyanlara karşı başarı göstermiştir. İstanbul’a kahraman olarak dönen Enver Paşa, I. Balkan Savaşı yenilgisinin ardından, Çatalca Savaşı’nda da başarısını tekrarlamıştır.

Bu savaşta Teşkilat-ı Mahsusa da katif bir şekilde rol oynamıştır. Teşkilat-ı Mahsusa, İttihat ve Terakki ile birlikte devletin içinde ve savaşın göbeğindedir. Başında da Enver Paşa’nın dostu olan ve çete savaşlarının uzmanı sayılan Süleyman Askeri Bey vardır. Teşkilat-ı Mahsusa tarih kitaplarında bulunmayan, anlatılmayan küçük vur-kaç eylemlerinin ardından, böylesine büyük bir eylemi başarıyla gerçekleştirebilmiştir. Bulgarların işgaline uğrayan bu bölgede 15 Ağustos 1913’te Kuşçubaşı Eşref ile Süleyman Askeri komutasında başlatılan direniş ve saldırı faaliyeti, 15 gün gibi kısa bir sürede ekibin istihbarattaki başarısı sayesinde sonuçlandırılır. Çünkü başındaki komutanların hepsi, özellikle Enver Paşa ve Süleyman Askeri bölge siyasetini, ekonomisini ve özellikle dil ve coğrafyasını çok iyi bilmektedirler.

Batı Trakya’da Bulgar işgaline karşı mücadele eden Teşkilat-ı Mahsusa kadrosu şöyle oluşmaktadır:

Kuşçubaşı Eşref(Sencer), Binbaşı Süleyman Askeri, yüzbaşılar; Kısıklı Cemil (Irak’ta şehit düştü), İlyas Seçkin (sonra general), Fahri (şehit oldu), Akalı Kasım, Beşiktaşlı Ekrem, İhsan Eryavuz, Çolak İbrahim, Kısıklı Ali Rıza, Hilmi, üsteğmenler; Manastırlı Halim (Irak’ta şehit düştü), Fuat Balkan (sonra yüzbaşı), Fahri, Şehreminli Sadık, Ömer Lütfü Suman, teğmenler; Beykozlu Reşat, Nişantaşlı Sıtkı (şehit oldu), Filibeli Halim Cevad, Beykozlu Hasan, Tahsin, Refik, Besim, sivil istihbaratçılar; Manastırlı Hüsrev Sami, Hacı Sami (Kuşçubaşı Eşref’in kardeşi), Çerkes Reşid (Çerkes Ethem’in kardeşi), Çakır Efe, Sabancalı Hakkı, Tatar Hasan, Karakaş İbrahim, Silahçı ,Hüseyin, Karagümrüklü Etem Nuri, Cihangiroğlu İbrahim (Kafkaslyalı), Giritli İsmail Kaptan, Mamaka Mustafa Kaptan, Said Kaptan. Tğm. İşkeçeli Arif (sonradan Garbi Trakya Hükümet-i Muvakkate’sinde faal). Teşkilat-ı Mahsusa, Meriç nehrinin ötesindeki bu eyleminde sadece toprak kurtarmakla kalmamıştır. İşinde usta olan her gizli servisin yapacağını yapmış ve aldığı topraklar üzerinde bir de geçici hükümet kurdurmuştur.

İşgal edilen topraklar üzerinde 31 Ağustos 1913 tarihinde ilk Türk Cumhuriyeti kurulmuştur. Süleyman Askeri Bey bölgenin İslam halkından ileri gelenleri Enver Paşa’nın gayretleriyle Gümülcine’de bir genel kongreye davet etmiştir. Bundan önce kurular “Muhacirin Müdüriyeti İdaresi”nin başına da Süleyman Askeri getirilerek bu tür hareketleri rahatça yapabilmesi sağlanmıştır.

Gümülcine’de Süleyman Askeri, “BATI TRAKYA MUHTAR TÜRK ÇUMHURİYETİ’nin ve Batı Trakya Muvaffak İslam Hükümeti” adı altında bir hükümetin kurulduğunu da ilan edecek düzeyde etkili çalışmıştır. İlan edilen Cumhuriyeti ve hükümeti, Yunanlılar ve Bulgarlar tanımak zorunda kalmışlardır. Hükümet hemen para ve pul bastırmıştır. Hükümetin geçici başkanlığını da teşkilatın güvendiği Gümülcine Belediye Başkanı getirilmiştir. Oluşturulan hükümetin üyeleri şunlardır: Cumhurbaşkanı Hafız Salih Efendi, Hafız Ali Galip, Hacı Saffet Bey, Hüseyin Paşa, Mehmet Paşa, Hacı İsa Efendi, Şükrü Bey, Süleyman Askeri, Hilmi Paşa, Kuşçubaşı Eşref (Sencer).

Teşkilat-ı Mahsusa’nın iki numaralı adamı Süleyman Askeri de yeni Cumhuriyet’in Genelkurmay Başkanlığı’nı yürütür. Ordunun temel kadrosu ise; şu gerilla subaylarından oluşmuştur:

Batı Trakya Genelkurmay 2.Başkanı Çerkes Raşit, Harekat Şube Müdürü Üsteğmen Manastırlı Halim, Topçu Kuvvetleri Komutanı Yüzbaşı İhsan Eryavuz, Süvari Kuvvetleri Komutanı Yüzbaşı İlyas Seçkin, Ağır Kuvvetler Komutanı Üsteğmen Ömer Lütfü, Akıncı Kuvvetler Komutanı Üsteğmen Sırçifeli Ekrem, Akıncı Kuvvetler İkinci Komutanı Üsteğmen İskeçeli Arif, Hücum Taburu Komutanı Yüzbaşı Kısıklı Cemil, Milli Kuvvetler Komutanı Kuşçubaşı Eşref Sencer, Kuvayı Milliye Müfreze Komutanı Manastırlı Hüsrev Sami, Kuvayı Milliye Müfreze Komutanı Cihangiroğlu İbrahim…

“Ordunun Edirne üstüne hareketi sırasında hükümetçe neşrolunan beyannamede, ordumuzun Meriç nehrini katiyen geçmeyeceği açıkça taahhüt edilmişse de, o zaman ordu zihniyetinin ruhu olan bazı kimseler bu taahhüdün isabetsizliğini dikkat nazarına alarak hükümet bağlı olmayan yarı resmi bir Teşkilat-ı Mahsusa (Hususi Teşkilat) nın Meriç nehrinin öte tarafında kendi istediği gibi hareket etmesine göz yummak esasını başkumandanlığa ve hükümet kabul ettirdiler. Ve bu Teşkilat-ı Mahsusa akıllı ve süratli bir hareketle Mesta Kası vadisine kadar bütün Batı Trakya’yı işgale muvaffak oldu. Garbi Trakya kıtası Edirne vilayetinin Ortaköy ve Kırcaali kazalarıyla bütün Dedeağaç ve Gümülcine sancaklarını ve nüfusun yüzde 95’i İslamlardan terekküb eden mühim bir bölgedir. Bu kıtayı işgal eden Teşkilat-ı Mahsusa’nın başında şehit Süleyman Askeri Bey bulunuyor ve Çerkes Yüzbaşısı Reşit ve İzmirli Eşref ve kardeşi Sami ve yine Yüzbaşı Fehmi Beylerle daha bazı zevat asli erkanını teşkil ediyorlardı.”

Süleyman Askeri’yle Hafız Ali Galip’in samimi işbirliğinin mahiyeti

Mezkur tarihte Rodop ve Batı Trakya’daki Türk unsurunun içersinde belirli fakültelerden mezun olanların sayısı oldukça gayet mahdut idi. Bu tarihlerde ise; Hafız Ali Galip İstanbul’da üniversite (yüksek öğrenimini) takdirle tamamlamış olup; istikbalde “hakim” olmayı tasarlamaktadır. 31 Ağustos 1913’te Garbi Trakya Türk Cumhuriyeti”nin süratle teşekkülü pek çok önemli sebeplerden Süleyman Askeri’yle Hafız Ali Galip’i yan yana getirmiş ve kısa sürede son derece samimi olmalarına vesile olmuştur. Bu samimiyet Süleyman Askeri’nin vefatına (Kuttul Ammara’da intiharına) kadar fasılasız devam etmiştir. Tamamen mevsuk ve mahfuz kaynaklardan Süleyman Askeri’yle Hafız Ali Galip’in diyalogu incelendiğinde; son derece müspet gelişmelere vesile oldukları gayet vazıh olarak ta görülmektedir. Garbi Trakya Cumhuriyetinin teşekkülünün akabinde Gümülcine’de “Balkanlı Müslüman Türkler I.Kongresi” yapılmıştır. Bu kongre vesilesiyle bilhassa ibtida Balkanlı “Evlad-ı Fatihan” arasında süratle “milli” ve “dini!” tesanütün oluşması arzu edilmiş ve semereside kısa sürede görülmüştür.

Hafız Ali Galip’e Kimler Muarız Oldu?

Hc. Hafız Ali Galip’e muayyen zamanlarda bazı unsurların müfterilik ve tezvirat yaptıkları esefle müşahede edilmiştir. Bu kişiler ki her biri bilinmekte olup; hayatları süresince her biri çevrelerinde “apolitik” ve analfabetik” hasletlerle malul oldukları açıkça gözlenmiştir. Bu müfteri muhbir ve müptezellerin tamamı sosyokültürel ve sosyopolitik “nosyon” ve “formasyon”dan da mahrum olduklarından daima “müstevli” yönetimlere “piyon”luk yapmışlardır. Yıllarca devam eden fasılasız yıkıcı-bozguncu kesif propagandalara rağmen; “Evlad-ı Fatihan” toplumunu iğfal ve ifsat etmeye muvaffak olamamışlardır ve her yıkıcı girişimleri hüsranla sonuçlanmıştır…Üstad Hafız Ali Galip, Bulgar yönetimleri tarafından olduğu kadar bilhassa Yunan yönetimlerince de sık sık gerekçesiz tutuklanmış, tehcir edilmiş ve çok yönlü psikolojik baskılara maruz kalmıştır.

Bütün bu insanlık ve vicdan dışı yapılan mezalimlere rağmen; fikri dinamizmi ve tefekkürü fasılasız çevresine her zaman aksiyon aksettirmiştir. Bu haslet ve özellikleri vefatına kadar fasılasız olarak devam etmiştir. Çünkü şahsında “milli misyon” yapıcı ve “siyasi misyon” daima aksiyon ifade etmiştir. Müstebit yönetim üstattaki bu “aksiyon özellikleri”ni pasifize etmek için bütün hukuk sistemlerini çiğnemiş ve insanlık dışı mezalim şekillerin fütursuzca uygulamıştır.

Bir toplumu daima zinde yapan “fikri aksiyon” özelliğidir. Bilhassa “Milli Misyon”dan mülhem bütün fikir hareketleri muzaffer geleceğin başlıca müjdecisidir. Bu fikri meziyet ve faktör özellikleri bilindiği takdirde; muhasım devletler de rejimler, yönetimler ve icraat sistemleri ne kadar değişirse değişsin bu unsurlar için hüsran mukadderdir. Bu unsurlar ne zaman ki, fanatik bir Türkofobi heyulasıyla azmışlarsa her birinin akıbeti feci felaketlerle sonuçlanmıştır.

Süleyman Askeri’nin Biyografisi ve Özellikleri

Vehbi Paşa’nın oğlu Süleyman Askeri, 1905 yılında, Harbiye’den Kurmay Yüzbaşı olarak mezun olmuş ve 1908 hareketinde yer almıştı.

Manastır’daki görevi sırasında faal bir subay olarak dikkati çekmiş ve Meşrutiyet sonrasında Kolağası olarak Bağdat Jandarma tensik ve ıslahına memur edilmişti, Binbaşı rütbesine yükselen ve Jandarma Mektebi öğretmenliği yapan (1913) Süleyman Askeri, bu görevden önce Trablusgarp’a giderek Bingazi’de çalışmıştı. Görevi Onuncu Kolordu Kurmaylığı idi. Makedonya çete takipleri sırasında Rumeli zabitanları arasında cesareti ve askeri bilgisi ile dikkati çekmiş, Şemsi Paşa hadisesi içinde yer almış ve lider vasfı ile ön plana çıkmıştı. Manastır’da Şemsi Paşa’nın katlinden sonra fedai Teğmen Atıf’ı kaçıran Süleyman Askeri ve arkadaşları olmuştu. Merkez Taburu Talim Muallimi sıfatını taşımış ve askerlik hayatının bu en hareketli devresini “İlan-ı Meşrutiyet” ile sessizliğe terk etmişti. Süleyman Askeri, Bağdat’a Nuri Bey giden kadar, ikinci palanda kalan bir subaydır.

Basra Valiliği ile Basra Fırkası Kumandanı Askeri, “Üç Paşalar Hadisesi”nde Enver ve Cemal Paşa tarafından yer almış, bu yüzden Talat Paşa ona daima temkinli davranmıştı. Harbi Umumi’de Teşkilat-ı Mahsusa’nın liderliğine gelmiş ve Enver Paşa’dan sonra ikinci adam olmuştu.

Süleyman Askeri’nin, Şuaybiye Muhaseresi’nin sonuçlarına bakılarak askeri bilgiden yoksun bir kumandan olarak nitelendirilmesi hem yanlış, hem de haksızlıktır. Birçok yazar onun çeteci kimliği üzerinde durarak, düzenli orduya komuta edebilmek tecrübesinden yoksun bulunduğunu ima ederler. Bu görüşlere bakılırsa Süleyman Askeri düzensiz ve topluma birliklerini yeterli derecede sevk ve idare edememiştir.

Ordusunun dörtte üçü askeri bilgiden yoksun aşiret mensubu olan on yedi bin Arap-Kürt mücahidinden oluşuyordu. Düzenli ordu mensubu asker sayısı ise, bini bile bulmuyordu. Bu şartlarda bir kumandan başka hiçbir şey yapamazdı. Üstelik karşısında düzenli bir ordu vardı. Savaştaki kaybımız üç bindi ama İngilizler de altmışı subay, bin kişi kaybetmişti. Osmanlı Ordusu, şartlarını oluşturduğu bir orduydu. Onun sorumsuz ve düzensiz aşiret mensupları ile savaşa girdiğini söylemek ve bu mücahitlere inandığını vurgulamak ve tüm bunları Süleyman Askeri’nin bizatihi kendi inisiyatifi ile yapıldığını söylemek doğru değildir.

Süleyman Askeri bu görünüş içindeki bir orduya komuta etmek zorunda kalmıştır ve başka seçeneği de yoktur. İntihar sebebi kişisel hatasından çok “askeri onur”undan kaynaklanmıştır. Genel sonucu, mağlubiyeti ve bu mağlubiyeti ihanetle getirenlerin “askeri onuru”nu da üstlenmiştir. Şuaybiye’de o kadar kurmandan varken hesabı Süleyman Askeri’ye çıkarmak dikkat çekicidir. Ali İhsan Paşa (Sabis) Irak harekatını incelerken Şuaybiye Muhaseresi’nin taktik ve stratejisini hatalı bulur. Ali İhsan Paşa’nın kendini haklı bulduğu, ama İsmet İnönü ile Mustafa Kemal’in hatalı bulduğu Milli Mücadele muhabereleri de vardır. Bu yüzden her muharebenin analizinin şartlara göre yapılması gerekecektir. Askeri’nin yerine komutanlığı alan Nureddin Paşa da Basra’yı geri alamamıştır.

Mustafa Kemal Gizli Servis’te

Teşkilatın organizasyonu altında, üyeleri arasında, bir süre görev alan önemli bir ad da Mustafa Kemal’dir. Teşkilat hakkında geniş bir araştırmayı bu konudaki en önemli kaynak olan Eşref Kuşçubaşı’nın anlatımları ve belge destekleriyle gerçekleştiren Phillip H.Stoddard, Teşkilat-ı Mahsusa adlı Princeton Üniversitesi’ne sunduğu doktora tezinde bu konuyu gündeme getirmektedir. Mustafa Kemal teşkilatın kadroları arasında sayılmaktadır. Eşref Sencer de kadroları arasında onun adını saymaktadır. Atatürk de Balkanlar’daki mücadeleler ve 31 Mart vakasının ardından, topraklarını savunma gereğini duyan pek çok gönüllü subay gibi (kaldı ki Teşkilat-ı Mahsusa’dan öte İttihat ve Terakki’nin içindedir, hatta bir ara bu teşkilatın kurucusu olduğu savı da yakın çevresince iddia edilmiştir) teşkilatın organizesi altına girmiştir.

Mustafa Kemal, Ekim 1905’te Şam’da gizli olarak Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni kurmuştur. Daha sonra bu küçük ve etkisiz cemiyetler birleşerek İttihat ve Terakki çatısında toplanmıştır. Mustafa Kemal, İttihat ve Terakki’ye 29 Ekim 1907’de üye olmuştur. Bu Üyeliğin ardından İttihat ve Terakki kendisini 1908’de Avusturya-Macaristan hükümetinin Bosna Hersek sınırına yaptığı yığınak ile ilgili bilgi toplamak için gizlice ve askeri istihbarat amaçlı olarak kasım ayında Bosna’ya gönderilmiştir. Mustafa Kemal bu görevi yerine getirirken ilk kez çıktığı yurt dışı görevinde Taşlıca’da 35, Tugay Komutanı olan Binbaşı Fevzi Çakmak ( daha sonra Mareşal Fevzi Çakmak ) ile de tanışır ve ondan çok bilgi toplar. Dönüşte gayri resmi gizli raporu veren Mustafa Kemal’e göre yığınak, Sırplara karşı yapılmaktadır.

Daha sonra diğer gönüllü subaylarla birlikte Mustafa Kemal’de Trablusgarp cephesinde Teşkilat-ı Mahsusa ile hareket etmiştir. Mustafa Kemal’e Trablusgarp’a ilk gidiş görevini veren İttihat ve Terakki Cemiyeti’dir. Mustafa Kemal’in Bingazi’ye varış tarihi 1908’in Eylül sonudur. Trablusgarp’taki Fransız Konsolosu A.Alrick’in Dışişlerine gönderdiği raporda bakın neler yer alıyor;

Batı Trakya Türk Cumhuriyeti bilhassa genç subaylarca ve keza Balkan jeopolitiğiyle jeoetniğini gayet iyi bilen başta Hafız Ali Galip ile Paşmaklı asıllı dersiam Hafız Salih Kayalı ve daha pek çok mümtaz zevat cumhuriyetin önemli mevkilerinde süratle sorumlu görevler alması “apolitik” vasıflı fanatik İttihat-Terakkici zevatı çok yönlü endişeye sevk etmiştir.

Araştırmacı-Yazar Ahmet Aydınlı’nın Analizleri'nin Son/2. Bölümü

Ahmet Aydınlı, Araştırmacı –Yazar



TÜRKİYE, İstanbul: Mustafa Kemal, Ekim 1905’te Şam’da gizli olarak Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni kurmuştur. Daha sonra bu küçük ve etkisiz cemiyetler birleşerek İttihat ve Terakki çatısında toplanmıştır. Mustafa Kemal, İttihat ve Terakki’ye 29 Ekim 1907’de üye olmuştur. Bu Üyeliğin ardından İttihat ve Terakki kendisini 1908’de Avusturya-Macaristan hükümetinin Bosna Hersek sınırına yaptığı yığınak ile ilgili bilgi toplamak için gizlice ve askeri istihbarat amaçlı olarak kasım ayında Bosna’ya gönderilmiştir. Mustafa Kemal bu görevi yerine getirirken ilk kez çıktığı yurt dışı görevinde Taşlıca’da 35, Tugay Komutanı olan Binbaşı Fevzi Çakmak ( daha sonra Mareşal Fevzi Çakmak ) ile de tanışır ve ondan çok bilgi toplar. Dönüşte gayri resmi gizli raporu veren Mustafa Kemal’e göre yığınak, Sırplara karşı yapılmaktadır.

Daha sonra diğer gönüllü subaylarla birlikte Mustafa Kemal’de Trablusgarp cephesinde Teşkilat-ı Mahsusa ile hareket etmiştir. Mustafa Kemal’e Trablusgarp’a ilk gidiş görevini veren İttihat ve Terakki Cemiyeti’dir. Mustafa Kemal’in Bingazi’ye varış tarihi 1908’in Eylül sonudur. Trablusgarp’taki Fransız Konsolosu A.Alrick’in Dışişlerine gönderdiği raporda bakın neler yer alıyor:

‘’Muhtemelen Selanik, İttihat ve Terakki Komitesi üyesi olan bir Türk Subayı (Mustafa Kemali kastediyor ) birkaç günden beri bu civarda olup bitenler ve kişiler hakkında soruşturma yapmaktadır. Kendisinin daha şimdiden birçok yüksek memur ve eşrafı Anayasaya ve onun başlıca ilkelerini sadakat yemini yapmaya davet ettiği, hürriyet ilkesi konusunda dindaşlarının menfi davranışlarıyla ve ya hiç değilse tereddütleriyle karşılaştığı söylenmektedir.’’

Atatürk’ün bölgeye ikinci kez gidişi ise gönüllü olaraktır ve Teşkilat-ı Mahsusa’nın saflarındadır. Yanında Teşkilat-ı Mahsusacı arkadaşı, yakın dostu Ömer Naci’de vardır. Ömer Naci daha sonra, Teşkilat-ı Mahsusa için Kerkük’te çalışmalar yaparken 28 Ağustos 1916’da Ölecektir. İttihat ve Terakkinin en güçlü hatiplerinden biri olarak tanınır. Atatürk 23 Kasım 1916’da bu arkadaşının ölümünden duyduğu üzüntüyü not defterine kaydedecektir. Enver Paşa gönüllü subaylardan oluşturduğu gruplarla Trablusgarp’ta İtalyanlara karşı mücadele verecektir. Grup, Teşkilat-ı Mahsusa tarafından oluşturulmuştur. Mustafa Kemal’in yanında teşkilatın lider kadrosundan Eşref Sencer (Kuşçubaşı) tarafından şöyle dile getirilir.

‘’Osmanlı askerleri olarak hassasiyetimizi yenebileceğimiz bir düşmana rehin verircesine teslim etmenin ayıbını yaşayamazdık.’’

Atatürk ve Teşkilat-ı Mahsusa

Teşkilat-ı Mahsusa’nın askeri gücü dikkatten kaçırılmayarak İttihat ve Terakki’nin bir gücü olduğu reddedilemez. Mustafa Kemal, Teşkilat-ı Mahsusa’nın yapısı ve icraatlarına çeşitli vesilelerle temas etmiştir.23 Kasım 1913 tarihinde defterine düştüğü ‘’Naci’nin ölümüne büyük Üzüntü’’ notu ile bu teessürünü ifade etmiştir. Naci dediği, Teşkilat-ı Mahsusa için Doğu İslam Ülkelerinde canını veren Ömer Naci Bey’dir.

Mustafa Kemal, Teşkilat-ı Mahsusa’yı şöyle tarif edecektir: ‘’Enver Paşa Teşkilat-ı Mahsusa adına bir örgüt kurmuştu. Bunun amacı Osmanlı ülkeleri dışında Makedonya’da, Mısır’da, Afrika’da, Acemistan’da, Türkmenistan’da özetle Osmanlı ulusal amaçlarının yapılabildiği her yerde, özel amaçlar güderek’’

Mustafa Kemal bu tarifinden sonra, Süleyman Askeri’nden şöyle söz edecektir.’’Bağdat’ta İngilizlerle çarpışmalarda yenildiği için üzülen, kendisini asan Süleyman Askeri Bey, bu konuda Enver Paşa’nın en ileri yardımcılarındandı’’

Burada dikkat çeken iki nokta var. Birincisi Mustafa Kemal’in Süleyman Askeri hakkında yanlış bilgilendirilmesidir. Süleyman Askeri kendisini asmamış vurmuştur. İkincisi ise temas ettiğimiz gibi, Askeri’nin Teşkilatı Mahsusa’da Enver Paşa’nın en ileri yardımcılarından biri olduğunun, Mustafa Kemal tarafından vurgulanmasıdır.

Batı Trakya Cumhuriyetinin İstiklal Marşı Nasıl Yazıldı?

Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nin teşekkülünün akabinde; Hafız Ali Galip Efendi yanında bulunmakta olan Gen. Kur. Bşk.ını Süleyman Askeri’ye hitaben;’’Muhterem kumandan, Milletimiz var olduğu sürece ve Cumhuriyetimiz de baki kaldıkça; sizler bu necip Milletin nezih kalbinde ve hafızalarda daima minnet ve şükranla anılacaksınız…Nihayet sizlerin azimli gayretleri ve elbette ki yüce ALLAH’IN lütfüyle devletimiz teşekkül etti. Milli bayrağımızda layık olduğu yerler de zirvelerde dalgalanmaktadır. Bütün bu pek hoş gelişmelere rağmen; milletimiz ciddi bir fikri boşluk içersinde olduklarını açık açık ifade etmektedirler. Sizlerden devletimizin bekası adına istirham ediyorum. Cumhuriyetimizin bütün özelliklerini ve elbette geleceğimizi ifade eden “milli marş”tan “devlet marşı”ndan yoksunuz. Lütfen himmet buyurunuz ve bu fikri boşluğu izale ediniz. “dindiğinde; “maruf bir şair liyakatini haiz olmadığım halde; arzunuz vechiyle yazmaya gayret edeceğim. Bu mevzuda müsterih olabilirsiniz! Kısa süre sonra; Süleyman Askeri yalnız Batı Trakya Türklerini değil; Balkanların gelindeki Türk toplumunu ciddi bir Rönesans götürebilecek fikir ve mesajları ifade eden gayet veciz özellikli “milli marş” yapılmıştır-yazılmıştır.

Batı Trakya Türklerinin Milli Bayrağının Özelliği

Batı Trakya Cumhuriyeti’nin bayrağındaki ay yıldız Türklüğü, yeşil İslamiyet’i, siyah çekilen eza ve cefayı, beyaz ise kurtuluşu ifade ediyordu. Teşkilatı Mahsusa’nın hangi görüşlerle kurulduğu sorusunun cevabı da Süleyman Askeri, Eşref Kuşçubaşı, Hacı Sami gibi önderlerin olduğu Batı Trakya’da böyle verilmişti.

Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nin bu özel bayrağı Osmanlı Devleti bayrağı ile bütün resmi dairelere çekilmişti. İdari ve adli makamlar, Balkanlar’daki gerillacı Fuat Balkan’nın ifadesi ile “fedakar” insanlar tayin edilmişti. Batı Trakya Hükümeti’nin kurulması ile noktalanan Balkan harekatı, Teşkilatı Mahsusa lider ve elemanları için bir “eylem pratiği” hususiyeti taşımıştı. Batı Trakya hareketinde Enver Bey ile Ortaköy görüşmesinden sonra katılanlara bakmakta yarar olacaktır. Süleyman Askeri Bey, Trabzon Redif Tümeni Kurmay Başkanı’dır ve Süleyman Zeynelabidin takma adıyla oradadır. Yüzbaşı İlyas, Üsteğmen Ömer Lütfi (Sumar), Yüzbaşı Cemil (Kışkılılı), Yüzbaşı Fahri, Yüzbaşı Kasım (Akalı), Manastırlı Halim (Irak cephesinde Şehit), İskeçeli Arif, Fuat Baklan, Beykozlu Reşat, Şehreminli Çerkez Sadık, Yüzbaşı Ekrem (Beşiktaşlı), Yüzbaşı İhsan (Bahriye eski vekili), Manastırlı Hüsrev Sami. Gizli teşkilatların önemli isimlerinden biri olarak ortaya çıkacak olan Hüsamettin Ertürk, harekete katılanlar arasında Çerkez Ethem’in ağabeyleri Tevfik ve Reşit Beylerin adını vermektedir.

Teşkilatı Mahsusa Muharip Zinde Güç Özelliğindedir.

Trakya harekatında yer alan gönüllüler sıradan ve “toplama” birlikte değildi. Savaşmayı biliyorlardı ve inanıyorlardı. Akıncı müfrezelerinin yanında “çete” olarak adlandırılan gruplar aslında “vurucu tim” niteliklerine sahipti. Ortaköy üzerine gönderilen ve Batı Trakya’ya giren (15 Ağustos 1913) 116 kişilik kuvveti Eşref Bey idare ediyordu. Yanındaki 15 subay ve askerler seçkin savaşçılardı. Teşkilatı Mahsusa bir istihbarat örgütünün işlevlerinin geniş bir yelpazesini teşkil eder. Bu manada bir örgüt anlayış ve sistemine Osmanlı tarihinde daha önce pek rastlanmaz. Her şeyden önce kabul etmek lazımdır ki Teşkilatı Mahsusa Avrupa tarzında bir kuruluştur. Bazı yerli niteliklerine rağmen, Batılı tarzda kurulmuştur denilebilir. Alman gizli servisi ile irtibatı, ortaklaşa bazı faaliyetleri olmakla beraber Almanların teşkilatın kuruluşunda öncülük yaptıklarına dair elde şimdilik bir bilgi yoktur. Teşkilat tamamen Enver Paşa’nın Avrupa’da bulunduğu sırada kazandığı tecrübenin sonucudur diyebiliriz.

Teşkilatın ilk lideri Süleyman Askeri’nin güçlü bir subay kadrosu vardı.Beylerbeyli Hayrı (Piyade Yüzbaşı) Filibeli Halim Cahid, Yüzbaşı Lütfü, Şehreminli Sadık, Harputlu Avni (Süvari Yüzbaşı), Eğinli Hasan Rıza (Doktor),Nihat Sezai (Topçu Mirlivası), Küçük Arslan Bey (sıhhiye).Alay’ın Irak’a intikalinden önce Bağdat’a İstikam Yüzbaşısı Kasım, Jandarma Yüzbaşısı Nuri Bey gönderilmişti. Yusuf Setvan bir Alman denizaltısıyla Afganistan’a gönderilmiştir.

Teşkilatı Mahsusa’nın Hedef Seçtiği Bazı Devletler

Teşkilat bir takım gerçekçi ve belirli amaçlara sahipti. İç güvenliği sağlamak, devletin varlığı için hayati öneme sahip olduğu düşünülen Türklerin hakimiyetini korumak, Osmanlı sistemini hangi grupların ideolojilerin tehdit ettiğini ortaya çıkarmak için casusluk, düzenli ordu birliklerine yardımcı olmak ve icabında onların yerini almak için çete savaşları yapmak bunlar arasında idi. Aynı zamanda oldukça genel hedefleri de vardı. Osmanlı Devleti’nin daha fazla toprak kaybetmesini önlemek ve bulunduğu İtilaf Devletleri sömürgelerinde ayrılık tohumları ekmek gibi.

Teşkilat öncelikle Fas, Tunus, Cezayir, Trablusgarp, Bingazi, Afrika ortaları, Mısır, Habeşistan, Sudan, Zengibar, Somali, Malay Adaları, Açe Adaları, Belucistan, Afganistan, Rus ve Çin Türkistan’ı, Hive, Kuzey Kafkasya, Azerbaycan, Güney Kafkasya, Moğolistan, Kırım, Arnavutluk, Trakya ve Makedonya gibi bölgelerde yapacağı propaganda ve diğer faaliyetlerle İslam’ın parçalana, dağıtılan ruhunu yavaş yavaş canlandıracaktı. Diğer taraftan Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki siyasi ehemmiyetini arttırmak, Avrupalıların Birinci Dünya Harbi öncesi yaptıkları paylaşma palanlarını akamet uğratmak ve harp esnasındaki imhalarına engel olmak amacını taşıyorlardı. Diğer bir ifade ile teşkilatın birinci amacı ve görevi, Türkiye ve İslam alemindeki dağınıklığı gidererek İslami bir ruh etrafında birleşmek, ikinci hedefi ve görevi ise, batılı devletlere yönelik çalışmalarla Osmanlı Devleti’nin siyasi önemini anlatarak arttırmak, onların planlarını bozmak ve işgallerine mani olmaktı. Teşkilatın yukarıda çerçevesi çizilen amaçları kısaca Türkçülük ve İslamcılık olarak da ifade edilebilir.

Güya Hürriyetçi Trio İstibdattan bahsederken, Müstebitlikte Örnek Olmuşlardır. Bilindiği gibi; “ittihat –terakki”nin hürriyet havarilerinden olan maruf “trio”su imparatorluğun icra ve mutlak hakimiyet mercilerini ele geçirdikten kısa süre sonra; tarihin pek ender görgü şahidi olduğu mütegallibelilere şahit olmuştur. Yıllarca imparatorluğun dahilinde olduğu kadar haricinde de pek çok “illegal örgüt”ler kurduran ve kendilerini adeta “hürriyet havarileri” ilan eden unsurlar, bu “trio” kısa süre sonra; mütegallibeliğin zirvesine çıkmıştır. Konuşan ağızlar konuşmaz, gerçekleri gören gözler görmez ve yalnız gerçekleri işiten kulaklar işitmez olmuştur. Böylelikle imparatorluğun vatandaşları “asosyal” duruma getirilmiştir.

En az 5–6 yüzyıl savaşlardan uzak, husumetlerden habersiz ve gerçek huzurlu, neşe ve şevkle dopdolu bir hayat yaşayan imparatorluğun vatandaşları 5–6 yıl içersine bir cehennem hayatı yaşamaya mahkum edildiği gibi; imparatorluğun en münbit eyaletleri de elden ve hakimiyetten biri bir çıkmıştır. Darbeci ve ihtilalci illegal “İttihat –Terakkiciler imparatorluğun bütün eyaletlerinde ve en hücra yörelerinde dahi yıllarca yaptırdıkları ve yaptıkları propagandalar da devlet yönetimini ele geçirdiklerinde imparatorlukta fakir ve işsiz kişi kalmayacağı gibi; kişiler hür düşünceye ve hür fikirlere sahip olacaklarından tefekkür bakımından da İsviçre’yle Fransa’nın da elbette ki fevkinde “olacaklardır” gibi kesif propaganda yapmışlardır. Tarihi bir gerçeği ifade etmek gerekirse; 1908’den itibaren ve bilhassa 1911’den sonraki yıllarda İmparatorluğun şipşirin ve münbit eyaletleri elden çıkmaya başlamıştır. Bölge bölge yapılan savaşlar ise; zaferle değil de hüsranla ve gayet acı hezimetlerle neticelenmiştir. Çünkü iktidarda olanların ciddi bir genel siyasi ve genel bir kültür formasyonundan yoksun olmalarından imparatorluk parçalanmış ve yüz binlerce ve milyonlarca İmparatorluğun “asli unsurları” asirdide yurtlarından vatan cüda olmuşlardır.

Batı Trakya Cumhuriyeti Neden Lağvedildi?

Batı Trakya Türk Cumhuriyeti bilhassa genç subaylarca ve keza Balkan jeopolitiğiyle jeoetniğini gayet iyi bilen başta Hafız Ali Galip ile Paşmaklı asıllı dersiam Hafız Salih Kayalı ve daha pek çok mümtaz zevat cumhuriyetin önemli mevkilerinde süratle sorumlu görevler alması “apolitik” vasıflı fanatik İttihat-Terakkici zevatı çok yönlü endişeye sevk etmiştir. Mezkur tarihte ise; Yunanistan Başbakanı Elefterios Venizelos ise; ısrarlı girişimleri sonucu Batı Trakya Türk Cumhuriyetiyle “defakto” diplomatik münasebetler kurulmuş ve Cumhuriyet yetkililerine göndermiş olduğu müstacel bir telgraf mesajında “eğer cumhuriyetin siyasi hudutlarını Tuna boyuna kadar teşmil edeceklerse; 30 bin kadar Yunan zinde gücünü Batı Trakya Türk genelkurmayının emrine her an tevdi etmeye hazır” olduklarını ifade etmiştir. Bu gelişmelere paralel Bulgar Monarşi Devleti de Batı Trakya Türk Cumhuriyetinin meşruiyetini resmen tanımıştır. Böylelikle Batı Trakya Türk Cumhuriyeti Balkan jeopolitiğinin ve jeoetniğinin zeminine gayet muhkem bir şekilde temel atmıştır.

Eldeki mevsuk belgelere göre; Gen.Kur.Bşk.P.Kur.Bnb.Süleyman Askeri ile Hafız Ali Galip sık sık yaptıkları istişare toplantılarda yüzyıllardır Balkanlarda mukim olan evladı fatihan torunları istikbalden emin olmaları için, başta Bulgaristan’da dahil Makedonya, Epir Eyaleti, Arnavutluk, Kosova ve Bosna-Hersek eyaletinin iştirakleriyle “Balkan Federatif” yahut ta “Konfederatif” bir devlet sisteminin süratle uygulanmasının elzem olduğu fikri oluşmuştur. Bu “sosyopolitik” ve “sosyoetnik” sistemin münhasıran Balkanlara şamil olması kararı alınmışsa da; Batı Trakya Cumhuriyetinin teşekkülünden kısa süre sonra; gerekçesiz ve afaki faraziyelerle mülga hale gelmesinin akabinde I. Cihan harbinin çıkması Balkan Türkleri için adeta bir “katastrof” ve “kaos” özelliği ifade etmiştir..

Balkan ve Batı Trakya Türkleri tarihin herhangi bir yüzyılında kayıt etmediği sevinçle ve coşkuyla kurdukları “milli cumhuriyet”leri kısa bir zaman sonra; hem de herhangi mucip bir gerekçe olmadığı halde; mülga hale gelmesi yalnız Batı Trakya Türkleri değil; daha hala Balkan Türklerinin tamamı kadın-erkek, yaşlı-genç tedavisi imkansız bir ızdırap içerisinde kıvranmaktadır. Çünkü bu “milli cumhuriyet” düşmanlar tarafından değil de; aynı milletin ve aynı toplumun mensuplarınca mülga hale getirilmiş ve herhangi mucip bir gerekçe katiyen olmaksızın yıktırılması affı mümkün olmayan “ebedi mücrim”liktir ve suçtur. Bu ızdırabın şiirsel özelliğini merhum Osman Yüksel’in daha fazla Rumeli ve Balkanlılara ithaf etmiş “şiir”li mısralarla ifade etmeyi zaruri görmekteyim.


Bin yıl oldu toprağına basalı,



Hayli oldu kılıçları asalı,



Bülbüllerin onun için tasalı…



Sazlar kırık ayar tutmaz telleri,



Biz neyledik o koskoca elleri?!..



Yol görünür, Sultan emir verirdi;



Dalga dalga orduların yürürdü!..



Hamlemizden dağlar taşlar erirdi”..



Andırırdık coşkun akan selleri,



Biz neyledik o koskoca elleri?!



Ferman çıkar, dal kılıçlar takınır,



Gölgemizden bütün cihan sakınır!..



Meydanlarda rabbe dua okunur.



Dolu dizgin aştık nice çölleri,



Biz neyledik o koskoca elleri.



Batı Trakya Bizsizdir;



Yosun tutmuş camilerin ıssızdır,



Boynu bükük minareler öksüzdür.



Açmaz olmuş Gümülcine gülleri,



Biz neyledik o koskoca elleri?!..



Rodopların ak başları yaslıdır,



Serdengeçti gönül artık usludur.



Rüzgarları bile matem seslidir”..



Zafer, zafer der eserdi yelleri,



Biz neyledik o koskoca elleri?!..



Batı Trakyalı Mücahitleri Makro Planın Gerçek Hedefleri

Batı Trakya Cumhuriyetinin müessiz ve mücahitleri yalnız 16 vatansever subay ve 100 mücahitten müteşekkil olup; bu 116 mücahit Meriç ve Arda nehirleri vadilerinden itibaren Batık Trakya’nın geneliyle Rodop’un platonlarındaki Bulgar monarşist müstevli alay, tabur, tugay ve tümenleri 2 hafta gibi kısa bir sürede bazılarını kısmen ve bazılarını tamamen imha etmişlerdir.

Bu son derece her biri vatansever-hürriyetsever 116 dev idealistin 15 Ağustos’ta başlattığı “tenkil harekatı” 31 Ağustos’ta başkenti Gümülcine’de dünya kamuoyuna ilan edilen deklarasyonla tam bağımsız “Garbi Trakya Cumhuriyeti” nin resmin teşekkül etmiş olduğu ilan edilmiştir. Balkandaki bu ilk milli Türk Cumhuriyeti tamamen “hafi belge”lere göre; şu 3 zevattan oluşmakta idi. Prens Sabahaddin, Kur.P.Bnb.Süleyman Askeri ve Hafiz Ali Galip. Prens Sabahaddin’e göre; Garbi Trakya Türk Cumhuriyeti kısa sonra; Makedonya’nın geneliyle Bulgaristan, Tesalya, Epir –Yanya, Arnavutluk, Kosova ve Bosna-Hersek’le birleşerek süratle “Balkan Federatif Birliği” veyahut ta “Balkan Konfederatif Birliği”ni oluşturmaktır.

Çünkü Prens Sabahaddin’in fikrine göre; Balkanlı “evlad-ı fatihan”ların etnik bekalarını meskun oldukları yörelerde kesin teminat altına alabilmek için, Balkan jeopolitiğinde bu tarz bir teşekkülün süratle kesinleştirmek zaruridir. Aksini düşünmek hamakattır. Kaldı ki 6–7 yüzyıl namütenahi bir ırk, din, dil ve milliyet-etnik unsur tefriki katiyetle yaşattığımız Balkanlı bütün unsurlar bu teşekkülü iştiyakla ve süratle benimseyerek ve açıkça desteklemelidir. Sarahatle şu gerçeği ifade edeyim ki, Balkanların sathında yaşamakta olan etnik topluluklar ne fanatik Panelenistleri, Panbugaristlerin ve Panalavistlerin hakimiyetine terk edilemez. Bu itibarla daha bugünden itibaren Balkanların genelindeki bütün Müslüman-Türkleri ve “evlad-ı fatihan”ları geleceği katiyetle çok yönlü teminat altına almak tarihi, mili ve vicdani vazifemizdir.

Kaynak : Araştırmacı-Yazar Ahmet Aydınlı’nın Analizleri





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder